Kaç gün olmuştu? 2? 3?Emin değildim.
Geldiğim yer harabe evlerle dolu olduğu için kendimi gizlemem o kadar da zor olmamıştı. Sadece kimseye yüzümü göstermemem ve yaşayabilmek için yiyecek çalmam gerekiyordu. Bu ikisini aynı anda yapmak ise işkence gibi bir şeydi.
Yine de başardığımı düşünüyordum.
Tamam. Yalandı.
Hiçbir bok başaramamıştım. Sadece bir elma bir de yarım limon çalabilmiştim. Bu kadarcık şeyle birkaç gündür idare etmeye çalışsam da sürekli başım dönüyor, halsiz hissediyordum. Ne zaman ayağa kalksam düşecek gibi oluyordum. Midemin böğürtülerine de alışmıştım.
Ah, Jin'in pişmemiş ahtapot yemeğini özlemiştim.
Onların ne yaptığını bilmiyordum. Beni arayıp aramadıklarını veya gerçekten yakalanıp yakalanmadıklarını da bilmiyordum.
Nerede olduğumu bile bilmiyordum ki!
Kafamı duvara dayadım. Burayı ilk geldiğimde keşfetmiştim, kimsenin yaşamadığına kanaat getirince de kuruluvermiştim. Duvarlarının yarısı yoktu, dökülmüştü ancak güneş almayan gölge bir kısım oluşturuyordu. Ben de o tarafa yerleşmiştim zaten.
Midemden yükselen seslere karşı yüzümü buruşturdum.
Karanlık çöktü çökecekti. Sanırım artık yiyecek arayabilirdim. Dirseklerimle duvardan destek alarak ayaklandım. Başım dönünce birkaç saniye bekledim.
Nereden çalabilirdim? Buranın zengini bile fakirdi. Omuz silkip köşedeki küçük pazara yürümeye başladım. Onlar fakirse ben daha beter bir haldeydim. Göz göre göre ölemezdim.
Ayaklarım birbirine dolanmaya, görüşüm bulanıklaşmaya başladı.
Hayır, hayır şimdi değil. Burada değil. Önce geri dönmeliyim.
Elimi kafama götürdüm. Adımlarımı tekrar geri döndürmeye çalışsam da her şey oldukça yavaş ve yapışkan görünüyordu gözüme. Ayaklarım bir kez daha birbirine dolandığında dengemi sağlamak için çok geç kalmıştım. Kumlu ve tozlu yere düştüğümde beklediğim acı gelmemişti. Aksine uzuvlarım da akışkan gibiydi.
Her şey karardığında hiçbir şey düşünmüyordum.
•°•°•
Kaşlarımı çatarak neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. En son yere düştüğümü hatırlıyordum. Devamı yoktu. Bayılmış olmalıydım.
Peki şimdi neredeydim?
Ellerimi oynattım. Sert, tahtamsı bir yüzeyde yatıyordum. Uzaktan kulağıma buğulu sesler geliyordu.
Gözlerimi açtım. Loş ışık birkaç saniye rahatsız etse de daha sonra alıştım. Tahmin ettiğim gibi tahta bir zeminde yatıyordum. Duvara zincirlerle sabitlenmişti. Oda genişti ve her şey ahşaptandı.
Yerimde doğrulmaya çalıştım. Dirseklerim üzerinde durduğumda kapı açılıp içeriye ıslık çalan biri girdi.
Vay anasını.
Kırmızı saçlı, yüzü olağanüstü bir şekilde orantılı genç bir adam ellerinde çömlekten yapılmış kaplarla içeri girip ayağıyla kapıyı örttü. Islık çalmaya devam ederken kafasını kaldırdığında beni gördü ve yüzü aydınlandı.
Tekrar söylüyorum.
Vay. Anasını.
Daha önce hiç böyle birini görmemiştim. Gözlerimi ondan alamıyordum. Yüzündeki orantının mükemmelliğinden robot olduğunu tahmin ettim. Yine de bir sanat eseriydi. Kim tasarladıysa ellerini öpmek, önünde eğilmek istiyordum. Çok güzeldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Consciousness // Min Yoongi
Fanfiction"Gelecek, geçmişin ellerinde doğar." [Tamamlandı] {250317-180617}