"Günaydın. Kahvaltı saati." Hemşire tepsiyi kenara bırakırken gözlerimi ovuşturarak ayılmaya çalıştım.2 gün geçmişti. Koskoca 2 gün uçup gitmişti ve kuzenimden tek bir haber alamamıştım. Gelmemişti de. Bir de giderken bakarız demişti.
Yalancı.
2 gün içinde moralimi düzeltecek şeyler de olmuştu. Mesela artık kendim yürüyebiliyordum. Başta her ne kadar zorlansam da azmim ve kalçamdan yediğim iğneler sayesinde tekerlekli sandalyeyi odanın bir kenarına yollamayı başarabilmiştim. Eğer Chang Zi bana o ilaçları yapmasaydı 1 ay boyunca yürümeye çalışacağımdan emindim.
Dün başımdaki sargı açılmıştı. Uzun süre kapalı kaldığından şimdi bile garip hissediyordum. Sanki bir yerden kaçak veriyormuşum gibi olan o his beni rahat bırakmıyordu.
Saçlarım düşündüğüm kadar kısa değildi. En azından 1 ay boyunca uzamış ve kulağımla çenemin arasında bir hizaya gelebilmişti. Bu halinden pek memnun olmadığımı fark eden Chang Zi bana bir peruk getirmişti. Peruksuz uyumamaya bile başlamıştım. Chang Zi saçlarımın 1 haftada uzaması için yeni çıkan bir operasyondan bahsetse de kabul etmemiştim. Yeterince delik deşik edilmiştim zaten, fazlasına gerek yoktu. Yine de serumuma ilaç katmasına ses çıkarmıyordum.
Odada tuvaletim geldiğinde arayıp bulduğum duvarla bütünleşmiş banyo kapısına ilerledim. Dün gece banyo yapmıştım. Yüzümü yıkarken yine buradan nasıl kurtulacağım hakkında fikirler düşünmeye başladım. Chang Zi bana Q-ein'ını sorduğunda ona mahçup bir şekilde bakıp kaybettiğimi söylemiştim. Garip bir şekilde iyi karşılamıştı. Devrelerini ne zaman attıracağımı merak ediyordum.
Tamam, iğrenç bir espriydi.
Buradan çıkmakla ilgili planlar yapıyordum ama üzerimde hâlâ hastane kıyafeti vardı. Önce normal kıyafetler bulmalıydım.
Odaya geri girdiğimde hemşire dosyayı dolduruyordu.
"Gözün aydın. Taburcu oluyorsun."
Ne?
"Taburcu mu?"
Çığlık atmak istiyordum. Zaten taburcu olacaksam iki gündür neden kafa patlatıyordum?
Aptal, sormadın ki taburcu olup olmayacağını. Hatırlamadığın geçmişinde fazla film izledin herhalde.
"Evet. Gitmek istemiyor musun yoksa?"
"Hayır, hayır ondan değil ama...dışarısı nasıl?"
Pencereden gördüğüm sadece dış dünyanın minik bir parçasıydı. Uçan garip teknolojik aletler vardı, caddeler ışıl ışıldı. Daha fazlasını merak ediyordum. İnsanlar nasıldı, nasıl giyiniyorlardı, mutlular mıydı?
Bir panik vücudumu sardı. Ne yapacaktım buradan çıktığımda? Bir evim var mıydı? Yoongi dışında kimsesiz olduğumu söylemişti bana Chang Zi. O halde Yoongi'yle mi yaşıyordum?
"Dışarısı mı? Normal. Hava biraz serin gerçi, üşüyebilirsin."
Beni anlamamıştı, üstelemedim. Kıyafet getirmeye gittiğinde pencereden aşağı, karınca gibi görünen insanlara baktım. Birazdan ben de onların yanından geçecektim. Gökyüzünü çıplak gözle görecektim.
Hemşire yatağın üzerine birkaç parça kıyafet bıraktığında hemen giyinmeye başladım. Kot bir pantolon, siyah balıkçı yaka bluz ve siyah kaban kombini hoşuma gitmişti. Botları ayağıma geçirdim. Siyah peruğumu düzelttim ve Q-ein'ı kabanın cebine sokuşturdum. Taburcu olduğum buna ihtiyacım olmadığı anlamına gelmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Consciousness // Min Yoongi
Fanfiction"Gelecek, geçmişin ellerinde doğar." [Tamamlandı] {250317-180617}