Seni Gördüğüm Zaman

2.6K 171 16
                                    


Aynı bulutun altında ıslanmıştık.

Aynı bulutun altında ıslanmıştık

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

    Ve eminim; Yağmur,

bir daha asla o gün ki kadar
güzel yağmayacaktı.

Üzerimi değiştirip kendimi dışarı attım. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu. Gitmek istediğim tek yer, kendimden uzak olan bir yerdi. O fuşya rengi duvarlar arasında, kendim ile baş başa kalıyor olmak, giderek aklımı yitirmeme sebep olacağa benziyordu. Ayaklarımın beni götürdüğü yere doğru ilerledim. Inceden yağmur çiseliyordu. Ufak bir meltem, dökülen sarı yapraklarla ahenk içinde dans ediyordu. Islak kaldırımlar giderek yalnızlaşıyor, işlek olan cadde yerini sükuta bırakıyordı. Yağmur giderek hızlandı ve yerini sağanağa bıraktı. Bu yağmurda ancak aptallar dışarıda gezerdi. Ben dışında sahilde birkaç aptal daha vardı. Islanan insanlar, koşar adım buldukları kafelere akın ediyor. Yağmurun biraz da olsa dinmesini bekliyorlardı.

Islanan kirpiklerimdeki kara boya, bir yol izleyerek yanaklarımdan çeneme doğru süzülüyordu. Ipıslak olmuş bedenime, yüzüme yapışan ıslak saçlarıma aldırış etmeden sahile doğru ilerledim. Sahilde bir balıkçı kayığı içinde viskisini yudumlayan bir adam, saklanacak bir yer arayan ıslak bir sokak köpeği dışında kimseler yoktu. Başımı solda kalan iskeleye çevirdiğimde, ayakta öylece dikilmiş, kırmızı şemsiyesini sıkı sıkıya kavramış bir adam gördüm. Onu tanımam uzun sürmemişti. O, inşaataki boyacı adamdı. Hâlbuki onu birdaha asla göremeyeceğimi sanıyordum.

Ona doğru adım adım yürüdüm. Beni farketmedi bile. Yanına vardığımda başını benden tarafa çevirdi. Gözlerimiz birbirine değdi. Ilk kez onu böylesine yakından görüyordum. Üzerinde siyah ince bir hırka, altında mavi kot bir pantolon vardı. Paçaları hafiften ıslanmış, ayakkabıları ise çamur içinde kalmıştı. Siyah saçları arasında uzun fakat, eğri bir şekilde yol süren bir dikiş izi vardı. Bunu daha önce görmemiştim. Siyah saçları yer yer seyreklik gösteriyordu. Uzun kirpikleri neredeyse kaşlarına değiyordu.

Onun yanında tıpkı onun gibi dikilirken anlamsızca konuştum.
"Islanmak için güzel birgün."

Yüzüme birkaç saniyeliğine baktı, daha sonra yine gözlerini sahile çevirdi. Tek bir kelime dahi etmemişti. Ki sağanak bir yağmurun altında, amansızca ıslanmış, hiç tanımadığı bu kadına ne diyebilirdi ki.
Söylediğim cümleyi es geçerek tıpkı onun gibi gözlerimi sahile çevirdim.

"Hastalanacaksın."dedi aniden. Gözleri hâlen sahilden ayrılmamıştı.

Acı fakat kırgın bir tebessüm boy gösterdi dudaklarımda. Alayla gözlerimi yüzüne dikerken cevap verdim.
"Bu yağmurda ıslanan birinin, sence hasta olmaması muhtemel midir ?"
O çalı süpürgelerinin günden güne beni hasta etmelerinin yanında, bir sağanak altında ıslanıp hasta olmuşum, ne ifade ederdi ki ?!

Kafasını sahilden çevirdiğinde gözlerini yüzümde gezdirdi. Eş zamanla yüzüme yapışan saçımı kulağımın ardına iliştirdim. "Sen hastasın."dedi. Yüzü ve yahut gözleri hangi duyguyu barındırıyordu, kestiremiyordum.

"-ya da cesur bir kadınsın."diye ekledi yeniden yüzünü sahile çevirirken.

Ufak bir hıçkırık koptu dudaklarımdan.
"Ben mi ? Cesur mu ?" Alaycı bir tebessüm yerleşti yeniden. Hayır, ağlamıyordum. Sadece yağan yağmur yanaklarımı ıslatıyordu.

"Evet. Baksana bana.."dedi elindeki şemsiyeyi işaret ederek.
Daha sonra "-şu insanlara.."dedi ardımızdaki kafelerde kalan insanları kastederek. Anlamsızca dönüp ardımda kalan insanlara baktım. Tekrar gözlerim yüzüne döndüğünde devam etti.
"Hepimiz korkağız. Islanmaktan korkuyoruz. Çamurlu pencerelerimizin temizlenmesinden korkuyoruz. Arınmaktan korkuyoruz. Biz, kendimizi kaybetmekten korkuyoruz."
Gözleri tekrar sahil ile buluştu.

"Korkuyorsan neden buradasın ?" deyiverdim aniden. Korkuyorsa eğer, onunda o insanların arasında olması gerekirdi. O kırmızı şemsiye bana göre hiçbir şey ifade etmiyordu. Keza etse bile, umrumda değildi.

Elimi kırmızı şemsiyesine atıp, bir hamlede çekip, onun parmakları arasından kurtardım. Yağan yağmur seyrek saçları ile buluşmaya başlamıştı bile. Yüzünü bana çevirdiğinde yüzünde yine hiçbir ifade yoktu. Gözlerinin içinde birşeyler saklanıyordu fakat, bunları anlamak göründüğü kadar basit değildi.

"Islanıyorsun."dedim gözlerim gözlerine değerken.

"Evet, muhtemelen bende senin gibi hasta olacağım."dedi.

Anlamsız bir gülümseme yerleşti yüzüme. Onun ince dudakları ise hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. İçimde, tam kalbimin ortasında birşeyler kırpırdandı o an. Bu hisse bir anlam yüklemek zordu.

Bir süre hiç konuşmadan yağmurun bizi delicesine ıslatmasına izin verdik. Aynı bulutun altında ıslanıyorduk. Hasta olacağımız muhtemeldi. Fakat bu, bizim umrumuzda bile değildi.

O gün, onun da hasta bir ruhunun olduğunu anlamıştım.

Hangi gözler hem bu kadar anlamlı, hem de bu kadar anlamsız bakabilirdi ? 

Hangi gözlerin içine dünyaları sığdırabilirdiniz ?

O da ben gibiydi. Hastaydı. Bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Adını, yaşını, kim olduğunu, neler yaşadığını, neler hissettiğini, neler atlattığını ve yahut neler atlatmak zorunda kaldığını bilmiyordum. Fakat gözleri.. ben hastayım, ben bir enkazım, ben bir kuyunun dibiyim, ben çamurlu bir pencereyim, ben ezilmiş  papatyalarım diye haykırıyordu.

Iki hasta ruh birbirlerini iyileştirebilir miydi, bilmiyordum. Fakat bendeki derdin ilacının, onda olduğunu görebiliyordum. O, kaldırımlarda yetişen papatyalardan biriydi. Kimsenin görmediği, üzerine basıp geçtiği.. Fakat ben onu görebiliyordum.

Yağmur dinince, bir veda bile etmeden ayrıldı yanımdan. Ben de ağır ağır otelin yolunu tutmak ile yetindim. Üzerimi değiştirip ıslak kıyafetlerden kurtulduğumda, yine odanın fuşya rengi duvarları üzerime gelmeye başlamıştı bile. Ben evi terkedince, üzerindeki ölü toprağı kalkar sanmıştım, fakat hiçte öyle gözükmüyordu. O ölü toprağının üzerinde, bir kaç ot yeşermişti sadece. Ölü toprağı tıpkı ilk gün ki kadar taze ve ıslaktı.

Yemekhaneye gidip akşam yemeğimi yedim. Sıcak bir kahve kupasını parmaklarım arasına almış, o gri koltuklardan birine oturmuş, dışarıyı izliyordum. Dinen yağmur tekerrür etmişti. Dur durak bilmeden yağıyor, arada bir gök gürültüsü de eşlik ediyordu ona. Oluklardan akan yağmur suyuna, yolun çukurlarında biriken su birikintilerine, arabaların bir sağa, bir sola doğru hareket eden sileceklerine dalıyordu gözüm. Yağmur dünyayı temizlemeye yeter miydi ? Yetmezdi. Çünkü, daha çamurlu pencerelerimizi bile temizlemeye yetmiyordu.

Ama yağmur, yine de güzeldi. Çünkü, kaldırımlarda yetişen papatyalar, yağmur suları ile besleniyor. Kaldırımlar yalnızlaşıyordu. Sokaklar; aptallar ve yahut cesurlar arasındaki ince çizgide olan insanları misafir ediyordu. Balıklar bayram ediyor. Kuşlar ise yağmurdan geri kalan birikintilerde yıkanıyorlardı. Bir çift aynı şemsiyenin altında el ele yürüyorlardı. Delinin biri de çıkıp sokak sokak geziyor, kendinden kaçıyordu. Fakat bunu kimse bilmiyordu.


: Kalben - Haydi Söyle :

"Seni gördüğüm zaman,
dilim neden tutulur ?
Seni gördüğüm zaman,
güller elimde kurur.
Seni gördüğüm zaman,
hayat sanki son bulur.
Gözlerine bakınca
dünyalar benim olur. "

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin