Yıkılmak, Binalara mı Mahsus dur ?

1.8K 101 9
                                    


Yıkılmak binalara mahsus
birşey değil ki Züleyha.

Bir insanın,bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir insanın,
bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben.

O geceden sonra onu birdaha görmedim. Kendini artık iyi hissediyor olmalıydı ki  eve erken dönmemişti.
Yine kaldığım yerden devam etmiş, yalnızlığım ile baş başa kalmıştım.

Günler böylece akıp gitti. O benden evvel evden çıkıyor, benden sonra eve giriyordu. Onun yüzünü göremiyordum. Ve bu, benim oldukça canımı sıkıyordu.

Artık kütüphanede okuyacak kitap kalmamıştı. Onu tam anlamıyla çözdüğüme, yarasının yerini bulduğuma inanıyordum. Ne yaşadığını bilmiyordum fakat yaşadıkları ağır şeyler olmalıydı ki, onda başındaki dikiş izinden daha fazlasını bırakmıştı.

Onu, o düştüğü kuyudan kurtarmak istiyordum. Annemin benim adıma söylediği bir sözü vardı.

'İnsan ne ile yaşarsa öyle kokardı.'

Çöp ile yaşarsan, çöp gibi kokardın. Ne okursan öyle konuşur, kimi seviyorsan kalbin de o kadardı. Yaşamı insanı ele verirdi. Müzik arşivinden belliydi insanın kişiliği, aşkı sevme biçimi. En kötüye vereceğin cezaydı adaletin. Herkes severdi doğduğu toprağı, oraya bomba düştüğünde belli olurdu kimliği. Yağmurda ıslak bir kediye puslanmıyorsa gözleri, aşk sözlerini sakınmalıydı kendinden. Komşunuzla sohbetiniz kadardı, uzakta olana bağınız. Mesafe, zaman ile ilintiliydi. İnsan, çevresi kadar güçlüydü ve aile bağın kadar da bağlıydın hayata. Evinizin pencereleri çamurluysa, hayatı hep çamurlu görürdünüz. Evinizin duvarları dökük ise, sizde hep bir enkazdınız. Ve siz; kendinizi nasıl hissediyorsanız aslında o'ydunuz.

O kendini enkaz gibi hissediyordu.

Hiç sulanmamış çiçekleri vardı onun, hiç güneş görmeyen bir evi. Çamurlu pencerelerinden bakıyordu hayata. Ve aslında hayat, gördüğün kadardı işte.

Ben ise bugün onun, o çamurlu pencerelerini temizleyecektim.

Yerimden kalkıp evi inceden bir inceledim. Birkaç kırmızı çiçekli kumaş geçti bu arada elime. Ve bir kıyıda duran, kırık bir vazo.

Önce odasındaki bazı eşyaların yerini değiştirdim. Sonra kiyafetlerini ütüleyip özenle dolabına astım. Evin her yerini tepeden tırnağa temizleyip, süpürdüm. Kırmızı çiçekli kumaştan, oturup perde diktim. Pencereler gün yüzü görsün diye. Sonra o, kırık vazoyu yapıştırdım. Biliyorum. Vazolar ölecek çiçekler içindi fakat ben onları yaşatmayı seçtim. Bir avuç toprak, birkaç tohum atıp suladım.

En son, raflarda duran bir yığın kitabın tozunu aldım. Sonra yerlerinden çıkarıp yeniden kendimce dizdim. Bu sırada kitapların arasından, sararmaya yüz tutmuş, eski bir kağıt süzülerek ahşap zemin ile buluştu.
Elimdeki toz bezini bir kenara bırakıp, yere düşen kâğıda uzandım. Boş bir kağıt ise eğer, burada işi olmazdı.

Ellerim arasındaki kâğıdı ağır ağır açtım. Sol üst köşeden aşağı doğru peşi sıra dizilmiş ufak cümleler vardı.

'Annem öldü.'

'Annem ölünce, babam da öldü.'

'Beyza öldü."

'Beyza ölünce, sevgi de öldü..'

Topu topu 4 cümle yazıyordu fakat bu 4 cümlenin onun yıkımı olduğunu görebiliyordum.

'Annem öldü, annem ölünce babam da öldü.' yazıyordu.

Bu, peşi sıra gelen ölüm haberi gibiydi. Bu kağıt bir enkazdı.

'Beyza ölünce, sevgi de öldü.'yazıyordu.

İşte bu cümle de benim yıkımım olmuştu.

Onun, ufak bir kalp kırıklığı veya büyük bir yalnızlık yaşadığını sanıyordum. Fakat o, kim bilir belki de Beyza'sı yüzünden bu haldeydi. Kalp sızısı vardı. Ve ben, kalp sızılarını dindirebilecek bir ilaç bilmiyordum.

Şu, topu topu 4 kelimeden oluşan cümle, benim yıkımım olmuştu. Ki eminim, depremzedeler bile hayatları boyunca hiç  böyle bir yıkım görmemişlerdi.

Ağır ağır açtığım kâğıdı bir hışımla katlayıp eski yerine, kitapların arasına iliştirdim.

Kitapların tozunu almayı bırakıp, elimdeki toz bezini bir kanara attım. Bu gece, saat her kaç olursa olsun, onu beklemeyi ve onunla karşılıklı birer türk kahvesi içmeyi düşlemiştim. Şimdiyse istediğim tek şey beynimde dönüp duran sorulardan kurtulmak için uyumaktı. Ama onunla konuşmam gerektiğini de iyi biliyordum.

Onun yarası tam da tahmin ettiğim gibi kalbindeydi. Fakat yarası tahmin ettiğimden daha büyük ve derindi. Ve bu yaraya daha önce hiç rastlamamıştım. Hangi ilaç iyi gelir ?
Dikiş tutar mı ?
Ya da.. Ne kadar zaman sonra izi kaybolur ?
Bilmiyordum.

Odamda, yani onun odasında saat 3'e kadar onu bekledim. Saat 3'e çeyrek geçe ancak gelebilmişti. Bu saate kadar ayakta olmak yarın sabah erken kalkmamı zorlaştıracağa benziyordu. Fakat pek umrumda olmadı. Hattâ yarın okula gitmesem bile olurdu. Beni böylesine tuhaf hissettiren hissin ne olduğunu bilemiyordum. Başka bir kadının açtığı yara, sadece biraz içimi acıtıyordu.

Kapı açıldı. Sürekli kendini tekrarlayan bir kaset gibi, içeriye geçti. Önce ayakkabılarını koridorun sol kısmına çıkardı. Daha sonra yine sol tarafta kalan askılığa üzerindeki gri paltosunu astı. Kapı eşiğinde durup onu izlediğimden bi'haberdi. Banyoya geçmek için koridorda yürüdüğü sırada beni gördü. Olduğu yerde birkaç saniyelik duraksamasıyla eli banyo kapısının kulpunda öylece kaldı.

"Ne oldu ?"dedi. Sersem ve yorgun görünüyordu.

"Hiç."dedim gözlerim koridordaki boşlukta gezindi. Bende birşeyler olduğunu anlamıştı.

Kapının kulpunda kalan elini ağır ağır indirdi ve gözlerini, ne olduğunu anlamak ister gibi yüzüme dikti.
"Neden gecenin bu saatine kadar uyumadın ?"

"Çok çalışıyorsun."dedim. Sorusundan bağımsız bir şekilde.

Adımları hızla karşımda durdu.
"Sen, iyi misin?"dedi. Gözlerinde anlamsız bir endişe vardı. Elini önce alnıma, daha sonra yanaklarıma götürdü.
"Ateşin yok."

Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaret ile yanağında duran elini ellerim arasına alıp tuttum. "Biraz konuşabilir miyiz ?"

Gözleri önce tuttuğum ellerini, daha sonra yüzümü buldu. "T-tamam."dedi. Şaşkın görünüyordu.

"Sen duşa gir, bende birer kahve yapayım."dedim.

Cevap vermeden banyoya girdi. Bende gidip birer köpüklü kahve yaptım. Kahveleri balkona taşırken o da banyodan çıkmıştı. Üzerine siyah bir kazak, altına da gri bir eşofman geçirmişti. Saçları hâlâ ıslak ve yer yer seyreklik gösteriyordu. O balkona geçip yerine oturduğunda bende üzerime kalın bir hırka alıp balkona geçip oturdum.

Kış aylarındaydık. Gri bulutlar birer birer kar taneleri yolluyordu yeryüzüne. Kimselerin olmadığı boş sokağı titrek bir sokak lambası aydınlatıyordu. Kar taneleri sokak lambasının altında süzülerek dans ediyorlardı. Bir süre sustuk. Sıcacık kahvelerimizi yudumlayıp sessizliğin sesini dinledik.



: Güncel Gürsel Artıkyay - Bir Umut Saklarsın :

"Bir umut, saklarsın
onu da, o gelir alır.
Bir telaş ki, kaçarsın
o da seni bulur.
Bekleyip susarsın,
o da büyür kalır.
Anladım.
Olduğu kadar.."









AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin