Soyut Sevgi

31 4 8
                                    


"Iyi misin ?"diye sordu. Sesi öyle sessiz çıkmıştı ki dudaklarını okuyarak ancak anlayabilmiştim.

"Iyiyim."dedim bende deli gibi titreyen sesimle.

Bu sırada kımıldamayı başarıp yeri boylayan tuvalimi aldım. O da cebinden anahtarını çıkarıp bahçe kapısına doğru adımladı. Hiçbir şey yokmuş gibi, hiç bir söz söylenmemiş gibi davrandık.
Sonra dönüp bana baktı.
Suç işlemiş bir çocuk gibi mahsundu bakışları. Gelmemi bekledi. Bende geldim. Peşi sıra ardından hızlandı adımlarım.

Bavulumu aldı, bende elindeki anahtarı alıp kapıya yöneldim. Sarhoş bir adamın elleri gibiydi ellerim, bir süre yerinde durmayan kapı kilidini yokladım. Nihayet kapıyı açabildiğimde içeri geçtik.

Birbirimize bakamıyorduk. Tek kelime edemiyorduk. Bir suç işlemişcesine başı eğik, bakışları mahsunduk. Biz bize diretilen sevgi anlayışının mahkûmlarıydık. Koşup boynuna atlayıp ona onu sevdiğimi söyleyemeyişim bundandı.

Bahçe kapısında dikilip gelmemi beklemişti. Bende gelmiştim.

Hepsi bundan ibaretti. Benim ona onu sevdiğimi söyleyiş şeklimde bu olmuştu.

Eve geçtik. O salona kapattı kendisini bende onun odasına. Uzun bir yolculuktan dönmüş gibi yatağa attım kendimi. Öyle yorgun öyle bitkindim. Ve beynimde yankılanıp duran cümleyi susturmayı da bıraktım.

Tüm gece, gün ağarana dek yüzümdeki anlamsız bir gülümsemeyle, gözlerimi tavana dikip öylece durdum. Kalbimde kelebekler uçuştu. Beynimde kırk tilki gece boyu birbirlerinin kuyruklarını yakalamaya çalıştı.

Nihayet gün ağarınca kalktım. Çaydanlığa su koyup güzel bir kahvaltı hazırladım. O da elini yüzünü yıkayıp mutfağa geldi. Ama sanki ne için gelmiş, ne yapacak unutmuş gibi sağa sola bakınıp durdu. Bende de bir bayram sabahı telaşesi vardı. Sanki az sonra bayramlıklarımı giyip el öpecek gibi heyecanlıydım.

Kaynayan su bu saçma telaşemizi bozmuştu. Çaydanlığa çay koyup masaya koyduğumda o da sonunda sandalyeye oturabilmeyi akıl edebilmişti.
Ikimizinde gözleri masadaki hergün gördüğümüz kahvaltılıklardaydı. Ona kaçamak bakışlar atıyordum. Lâkin o bana bakmayı bırakın, kafasını bile kaldıramıyordu.

Kendimi babasından dayak yedikten sonra hüngür hüngür ağlamış daha sonra yine yaka paça o sofraya oturtulmuş çocuk gibi hissetmiştim. Zoraki birkaç lokma yiyebildiğimde bardaklara çay koydum.

Çayımı alıp balkona yöneldiğimde hemen ardımdan geldi. O turuncu mindere oturduğumda onun için yer ayırdım. O da geçip oturduğunda omuzlarımız yine birbirine değiyordu. Titriyordum. Deli gibi, zangır zangır ve bunu görmesinden ölesiye korkuyordum.

Birkaç yudum çay içmek istedim lakin titreyen elim buna izin vermeyince çayı yeniden avuçlarım arasında kavradım.

O sırada başını benden yana çevirdi. Öyle uzun uzun baktı. Ben ise gözlerimi sokaktan ayıramamıştım bile.

"Titriyor musun ?"diye sordu.

Sanki böyle sorunca daha çok titrermişcesine irkildim. Zaman kazanmak adına başımı ondan yana çevirip "hıı ?"diyerek duymamış gibi yaptım.

O ise sorusunu yenilemek yerine bileğimi tutup ordan elime uzandı. Elimi eli arasına alırken sesindeki aptal mutlulukla konuştu.
"Titriyorsun."

"Kış ayındayız, üşüyorum."deyiverdim. Neden heyecandan titrediğimi saklamak istemiştim, bilmiyordum.

Elimi tutan eli elimi bıraktığında geri çay bardağına yöneldim.

O çayını bitirdi ve daha birkaç yudum aldığım çayıma baktı.
"Çayını verde dolurayım, soğumuştur."dedi.
Elimin titrediğini gizlemeye çalışarak zoraki çay bardağını ona uzattım.

O çay doldurmaya gittiğinde ise derin bir nefes çektim. Kendime gelmeliydim. Ellerimim titremesini durdurmalıydım.
Elimde değildi fakat bir yolu olmalıydı. O çayları getirdiğinde pencere kenarındaki çakmağına ulaştı. Sonra oturup dudakları arasında duran sigarasını ateşledi.

Bende bu durumdan istifade sıcak çayımdan birkaç yudum aldım.
Konuşmuyorduk. Sadece ben sokağı, o da beni izliyordu. Titreyip titremediğime baktığına emindim. Ve bunu görmek için harcadığı çabası beni sinir etmişti.
Inat etmeyi bırakıp çayımı ağzıma götürüp yudumladım. Gözlerimi ona çevirdiğimde o da bana bakıyordu.

"Kış ayındayız, ama hava hiç soğuk değil."diyerek gülümsedi. O yarım yamalak olan gülümsemelerinden değildi. Başkaydı bu. Gözlerinin kenarları kırıştı, yanağında belli belirsiz bir çukur oluştu. Dudakları havalandı.

Bende onun bu gülümseyişi karşısında daha fazla direnemeyip gülümsedim.
Soğuktan titremediğimi anlamıştı ki bende bunu onaylar şekildeydim.

Çayımı artık gönül rahatlığıyla içip bitirdim. Deli gibi titredim ama pekte önemsemedim. O da çayını bitirdi sigarasını söndürdü. Sonra boş boş sokağı izledik. Birbirimizi izlemek varken hergün aynı olan parke taşını, kaldırımı, ağacı, gökyüzünü izledik.

Dünü, söylenen sözleri, öfkeyi, kırgınlıkları unutmuş gibiydik. Benim aklımda ardımdan beni sevdiğini bağırışı vardı. Onun aklında dünden geriye kalan ne vardı bilmiyordum.

"Gökçe."diyerek adımla seslendi. Hemde öyle durduk yere, boş boş sokağı izlerken. Ismimle seslenişi beni anlamsız bir panik haline bürümüştü.

Yüzüme bakmadan devam etti.
"Dün hakkında birkaç birşey söylemek istiyorum. Daha doğrusu bu söyleyeceklerim ilk ve son olsun."dedi.

Neyin ilki, neyin sonu kestiremiyordum. Ne söyleyeceğini de bilmiyordum. Sadece durup onu dinlemeyi sürdürdüm.

"Bu evde kaldığın için kendini fazlalık hissetmeni istemiyorum. Sana acıdığım falan da yok. Ilk başlarda benim için varla yok gibiydin ama sonra.."Derin bir nefes çekip ciğerlerine devam etti.

"Sonra seni tanıdım. Aslında hiç tanımak istememiştim. 20 yıldır yalnız yaşayan ben için bir başka insan, bir başka nefes güçtü. Sonra alıştım. Yemek yapmana, anahtarı kapıda yavaşça çevirmeye, alışveriş yapmaya, hiç çıkmadığım balkonda kahve içmeye, kitaplarımı paylaşmaya, acılarımı paylaşmaya, evimi paylaşmaya.. çok alıştım. Yıllar sonra ilk kez kendimden bir başkasını düşündüm ben. Bu gerçekten tuhaf bir his."

Sonra bir anlık sustu. Yine kelimeleri yaka paça bir cümleye savurur gibiydi.
"Ben ilk kez kırılmıyorum. Ilk kez üzmüş değilsin beni. Ben çok yıkıldım, çok kırıldım. Yerle yeksan oldum. Sığındığım çatılar başıma çöktü. Yaslandığım duvarlar üzerime yıkıldı. Düştüm. Kalktım. Sonra yeniden düştüm. Düşe kalka artık kendim için düşecek bir boşlukta bırakmadım. Yani anlayacağın bunun için kızma kendine. Zaten pekte mühim değildi kavgalarımız."

Bunları söylerken gözlerimin içine bakıyordu. Karşı kaldırımdan yürüyen o yabancı adamı şimdi tanıyor gibiydim. Bana içini açtı. Ilk kez içinden geçenleri söyledi. Aylar boyunca ne hissettiğini, ne yaşadığını, ne düşündüğünü bilmiyordum. Ve ilk kez bunları duyuyor olmak tuhaf hissettirmişti. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece susup yüzüne öylece baktığım sırada birşeyler söyleyecek gibi dudaklarını araladı sonra vazgeçti, söyleyecek oldu yine vazgeçti nihayet konuştuğunda gözleri hâlâ gözlerimdeydi.

"Seni ilk kez gördüğüm günü hiç unutmadım. Sahilde, yağmurun altında gördüğüm zamanıda..
Sanki benim yıllardır eksik olan, eksik kalan yanımdın."

Kendimi gülümsemekten alıkoyamadığımda utanarak yüzünü sokağa çevirip sustu.

Ben onun kadar cesaretli değildim. Annesinin ilgilenemediği, babasını yarası sayan, yabancı saydığı abisi ile sevgiden bi'haber büyüyen bir kız çocuğuydum ben.

Sadece onun beni sevmesini sevdim. Ama ağzımı açıp ona tek kelime bile edemedim. Ben sevgisiz bir ailenin sevgisizliğe mahkûm çocuğuydum.

Annemi severdim ama onu öpemezdim, sarılamazdım. O da beni severdi ama hiç belli etmezdi. Ama bilirdim beni sevdiğini. Sevginin soyutluğu içindeydik. Bir yerlerde var olduğunu biliyor lakin onu asla göremiyorduk.

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin