Özür Dilerim

19 4 0
                                    

Gözlerimi aniden açmamla onu tam yanıbaşımda tuvalimi incelerken bulmam bir oldu. Öyle korkmuştum ki az kalsın sandalye ile beraber geriye doğru düşecektim.

"Ne zaman geldin ?"dedim soluk soluğa. 4 katlı bir merdiven çıkmış gibi soluklandım.

"Gözlerini kapattığın sırada."dedi bana hiç bakmadan. Gözleri tuvalimde gezindi bir süre. Daha sonra yatağın hemen ucuna otururken konuştu.

"Sapsarı bir adamın neden gözleri kapkara ?"diye sordu.

Ah keşke benimde buna karşılık söylecek bir cevabım olabilseydi. Lâkin yoktu. Ben bile neden siyaha boyayıp durduğumu, neden fırçamın mavi boyadan kaçtığını bilmiyordum.

Tam bilmediğimi söylemek ve ona birkaç gereksiz açıklama yapmak için dudaklarımı aralamıştım ki, daha bu sabah, zaten kırık olan camlarıma attığı taşları hatırlayıp sustum. Hemen öyle es geçemezdim. Hemen öyle kolay affedemezdim onu.

Tuvalde gezinen meraklı bakışları yeniden  yüzümü bulurken bir yanıt bekledi. Ben ise onunla konuşmak yerine tıpkı onun gibi onun yüzüne boş boş baktım. O gözlerini çekmediğinde ise kalkıp yarım yamalak, anlamsız renkteki resmimi alıp ikiye yırttım. Daha sonra dörde, altıya ve sekize.. Resim paramparça olduğunda ise artık anlamsız olan kağıt parçalarını toparlayıp masa dibinde duran çöp kutusuna bıraktım.

Meraklı bakışları bu kez yerini şaşkın bakışlara bırakmıştı. Neden böyle bir tepki verdiğimi veya neden ona bir cevap vermediğimi sorgular mahiyetteydi.

Oturduğu yerde öylece kalakaldı. Ne tek kelime etti ne de gözlerini üzerimden çekti.
Bu kadar tepkisiz ve sakin duruşu insanı deli edecek nitelikteydi.
Daha fazla sinirlenmemek adına adımlarımı kapıya, daha sonra ise o çok sevdiğim balkona çevirdim.

Zamanın öylece akıp geçtiğini, belli belirsiz görünen yalancı güneşin dağların ardında bıraktığı kızıllıktan anlamıştım.
Bir simitle yetinemeyen midemde açlık sirenleri çoktandır çalmaya başlamıştı lakin pekte umursamadım. Güneşin dağların ardına doğru batmasını, gökyüzünün yeniden karanlığa kavuşmasını bekledim.

İçeri geçtiğimde makarna kokusu burnumu doldurmuştu. Kokunun geldiği yere doğru ağır ağır adımladım. Bunu beklemiyordum. Kütüphanesinden bir adım öteye dahi gitmeyen o, kalkıp makarna yapmıştı. Üstelik tavuklu, soslu harika bir makarnaydı.

Gözlerim masanın üzerindeki tenceredeyken, elinde iki kutu kola ile ardına döndü ve beni gördü.
Şaşırmamıştı. Şaşıran bendim. Elindeki kolalardan birini kendi önüne birini benim önüme bıraktığında üzerindeki mutfak önlüğünü çıkardı. Hemen dibimbe duran sandalyeyi çekip eli ile oturmam için işaret ederken konuştu.

"Bunu bir özür yemeği olarak kabul et. Buyur, geç otur." Sesi annesine bir demet papatya toplayan heyecanlı bir çocuğunki ile eş değerdi.

Ona yenik düştüm. Benim için geriye çektiği sandalyeye geçip oturdum.

Tenceredeki makarnayı önümdeki beyaza çalan tabağa koyarken konuştu.
"Yusuf Usta'nın özel tarifi.."diye mırıldandı kendince.

Kendi tabağına da makarna koyduğunda geçip karşıma oturdu. Üzerimdeki şaşkınlığı bir kenara atıp makarnayı çatalladım. Tadı enfesti.

Gözlerim kocaman açılırken onun beni izlediğini yeni farkedebilmiştim.
"Beğenmedin mi ?"dedi endişe ile.

"Hayır."dedim, suratıma yalandan bir ciddiyet geçirirken.

"Gerçekten kötü mü olmuş ?"diyerek önündeki makarnayı çatalladı.

Ağzına attığında ise bana bakan bir çift kara göze gülümsedim.
Onu kandırmıştım.

Belli belirsiz bir tebessüm yollayıp sessiz sakin yemeğine devam etmişti.

Yemeğimi bitirip tabağımı mutfak tezgahına bırakmak için ayaklanmıştım ki "Gökçe..?"diyerek bana ismimle seslendi.

Ismimle seslenecek kadar mühim bir mesele olamazdı ya.
Tabağımı mutfak tezgahına bırakıp ona döndüm. Sanki daha birkaç saniye evvel bana ismimle seslenen o değilmişcesine boş gözlerle suratıma öylece baktı.

Başımı 'ne ?'dercesine iki yana sağladığımda derin bir soluk verip çatalını tabağının yanına iliştirdi.
Gözleri eski, çiçekli masa örtüsünün desenleri üzerinde gezinirken konuştu.
"Özür dilerim. Sana öyle aniden çıkıştığım için."

Masa örtüsünde gezinen mahçup, aynı zamanda gergin bakışları nihayet yüzümü bulduğunda benden bir yanıt bekledi.
Mühim değil dememi ya da onu suçlamayı sürdürmemi.. Ben ise ne tek kelime ettim ne de ona bakmayı sürdürdüm. Yaslandığım tezgahtan bedenimi ayırıp odama gittim. Ardımdan o anlamsız, apartman boşluğunu andıran gözleriyle bakakaldığına emindim.

Odama gittim. Yatağıma oturdum ve öylece gözlerimi karşımda duran boyaları dökük duvara diktim. Bir yanım o yaralarını sarabilecek adam, onu affet diye avaz avaz bağırırken bir yanım ise sen camları kırık, yıkık dökük bir harebesin ve o bunu biliyor. Ve bilmesine rağmen seni kırmaya devam ediyor onu affetme diyordu. Ve ben bu iki yanım arasında sıkışıyordum.

Kapının aniden açılmasıyla adeta yerimden sıçradım. Duvara dikili bakışlarım onun o esmer çehresini bulduğunda konuşmaya başladı.

"Abartıyorsun. Gerçekten verdiğin tepki çok fazla. Kalkıp sana yemek hazırladım, özrümü de diledim. Daha ne yapmamı bekliyorsun ki ?"

Ikinci kez onu böyle kaşları çatık bir halde sesi yükselirken görüşümdü. Ben hiçbirşeyi abartmıyordum. Sadece kırık olan yanlarımı bilen bir adamın beni kırışına katlanamıyordum. Sustum. Beynimde öfke bir mermi misali patlarken sustum. Lakin susmam, ona öylece bakıp kalmam onu da daha da çok sinirlendirdi.

"Konuşsana birşeyler söyle !! Bana bakma öyle.. söyle ne yapabilirim daha ?"

Daha ne yapabilirdi ki cidden. Ne yapabilirdi ? Bana bir gece yarısı evini açmıştı. Elinde olan ekmeğini benimle paylaşmıştı. Bir kez olsun beni kapı dışarı etmeyi aklından bile geçirmedi. Bana iyi davrandı. Bana dokunmadı. Hiç kötü söz etmedi. Ailem adına içimde kalan o keşkeleri yaşattı. Derdimi dinledi. Benimle bir balkonda omuz omuza kahve içti. Bunları düşündükçe deli oluyordum. Iki yanım birbiriyle bir savaş halindeydi ve ben hangi yanımın galip geleceğini bilmiyordum.

O kapı eşiğinde dikilip hala bana konuşmam için dil dökerken aniden yüksek sesle bağırdım.

"Tamam sus !" Kafamı ellerim arasına alıp saçlarımı çekiştirdim. Gözyaşlarıma direnmeyi öğreniyordum.

Sustu. Öylece kapı eşiğinde dikilip kaldı. Sanki birşeyler söylemek istedi, dudaklarını araladı sonra yeniden sessizliğe büründü.

"Özür dilerim."dedim."Özür dilerim..."sonra ağlamaklı bir sesle devam ettim. "Özür dilerim öyle damdan düşer gibi hayatına dahil olduğum için. Özür dilerim seni evinden, yatağından ettiğim için. Özür dilerim bana yaptığın tüm iyilikleri görmezden gelip sineme çekildiğim için. Özür dilerim. Özür dilerim sana kırık pencerelerimi gösterdiğim için."

Gözlerimi o kahve gözlerine dikerken titreyen sesimle güç bela konuştum.

"Affet. Bilmiyordum. Kırık pencerelerimi gösterdiğim adamın, kalkıp bir gün o pencerelerimi taşlayabileceğini bilmiyordum. Bilseydim eğer sana hiçbir şey anlatmazdım. Seninle tanışmazdım."

Gözlerindeki öfkeyi görmek bu kez zor değildi. Kapıya sert bi yumruk attı. Ardından bir yumruk daha.. Sonra başını elleri arasına alıp ovuşturdu. Ardına döndü. Kendini toparlamaya çalıştı ama başaramadı. Âdeta deliye dönmüş gibiydi.

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin