Yaramın Nerede Olduğunu Bilmiyorum

2.2K 128 9
                                    


Yaramın nerede olduğunu
bilmiyorum.

Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yalnız bir yerlerim acıyor.
..çok acıyor.

O gecenin sabahında ne yanımda, ne de evde bulabildim onu. Biraz olsun ilaçların faydası olmuştu fakat kendimi okula gidebilecek kadar iyi hissetmiyordum.

İlaç içmek için birkaç birşeyler atıştırıp mutfağı topladım. Bu evde, o olsa da olmasa da tek gittiğim yer mutfak ve banyodan ibaretti. Salon haricinde bir oda daha vardı fakat bu odayı bana gösterme ihtiyacı duymamıştı.

Evde boş boş oturmanın verdiği merak ile ayaklandım. Odasına öylece bir göz attım.
Yatak dolap ve halı haricinde hiçbirşey yoktu. Koridorda bir vestiyer ve askılıktan ibaretti. Salona girdiğimde koltuğun üzerinde katlanmış bir çarşaf ve battaniye duruyordu. Evinde bir televizyon bile yoktu. Eski el işi bir halı ve ikinci el olduğunu düşündüğüm karşılıklı iki koltuk vardı. Kenarda ise bacağı kırık, yer yer çay ve kahve lekeleri olan bir sehpa vardı. Perdeleri güneş ışığından aşınmış ve eskimişti. Pencereleri çamurluydu.

Salondan çıkıp o hiç girmediğim, belki de girmek için, kendimde cesaret bulamadığım odanın kapısında dikildim. Kapının kulpuna elimi attığımda buz gibiydi. Açıp girmek ve boşverip odama gitmek arasında bir ikilemde kalsamda. Merakıma yenik düşüp tuttuğum kolu aşağı doğru çektim. Kapı sesizce açıldı. Açılır açılmaz burnumu yoğun bir mürekkep ve kağıt kokusu doldurmuştu. Burası adeta kitaplardan bir cennetti. Mutfak dolabına benzeyen bir dolapta raflarca kitap peşi sıra duruyordu. Hemen sağ tarafta ahşap bir masa vardı. Ufak bir tabure de ona eşlik ediyordu. Ellerimi raflarca dizilmiş kitaplarda gezdirdim. Biraz tozluydu. Gezdirdiğim elim bir kitapta durdu. Parmaklarımı uzatıp kitabı olduğu yerden çıkardım. Bu; Ahmet Arif'in, Hasretinden Prangalar Eskittim isimli şiir kitabıydı. Kitabı yerine geri koyarken, parmaklarım yeni bir kitap için gezinmeye başlamıştı bile.

Kırmızı kaplı bir kitapta durdum.
Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar isimli kitabıydı.
Sabahattin Ali, Ahmed Arif, Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemal Süreyya, Nazım Hikmet Ran ve nice ünlü yazarın kitapları ile doluydu.
Onun bu kitapları nereden bulduğu ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Evinde bir televizyon bile yokken onca kitabı nasıl almıştı ?
Evinin perdeleri eskirken, bu kitapları nasıl böyle özenle dizebilmişti ?

Elimi okumak için son kez raflarda gezdirdim. Sebahattin Ali'nin, Kuyucaklı Yusuf isimli kitabı gelmişti. Kitabı açıp, sayfaları çevirirken, kendimi onun o ahşap taburesinde otururken bulmuştum.

Sabahattin Ali'nin bu kitabı köy hayatını, isyan ve baş kaldırıyı konu alan mükemmel bir romandı. Bu kitabı bitirirken eşitsizliğe, yoksunluğa ve onu ikiye katlayan taşraya isyan ediyordunuz.

O da bu kitabı daha önce okumuş olacak ki yer yer satırların altı çizilmişti.

"Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeylerde var, beyefendi ! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler !"

"İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Yasını ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata doğru yürüyecekti."

"Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti.."

"..yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor.."

Altını çizdiği cümleleri istemsizce sesli bir şekilde okudum. Onun yarasının nerde olduğunu bilmiyordum. Boşluklarını göremiyordum. Yıkıntıları ve yahut içinde kaldığı enkazdan sesini duyamıyordum. Bu ancak zaman ile öğrenilecek şeylerdi.

Günlerce okuldan çıkıp kütüphaneye gitmek yerine, onun o ufak kütüphanesinde kitaplarını karıştırarak yarasının nerede olduğunu bulmaya çalıştım. Ona bu odaya girdiğimi söylememiştim. Bu, bir nevi haneye tecavüz sayılırdı ve onun bana kızmasından korkuyordum. Gece yarılarına kadar çizdiği cümleleri okuyordum. O da bu odaya arada uğruyor olacak ki, raflara altı çizilmiş yeni kitaplar ekleniyordu. Beni farketmemesi için büyük bir özen gösteriyordum. Oturduğum tabureyi eskisi gibi yerine bırakıyor. Kitabı aldığım yere geri koyuyordum.

Ta ki o geceye kadar, herşey manaton gitmeye devam ediyordu.
Onun gece yarısı 2 buçuk, 3 civarı eve geleceğini sanıyordum. Fakat saat henüz 9 iken kapıdan bir kilit sesi yükseldi. Önce, oturduğum taburede öylece kalakaldım. Ardından acele bir şekilde kalkıp oturduğum tabureyi düzelttim. Elimdeki kitabı aldığım yere geri bıraktım. Koşarak odadan çıkmak üzere arkama dönmüştüm ki. Kapı eşiğinde durmuş, bana bakan bir çift kara göz ile karşılaştım.

Muzdarip bir şekilde yakalanmanın verdiği endişe ile ellerimi havaya kaldırdım.
"Yakalandım."

"Bu odayı sana göstermediğimi hatırlıyorum."dedi. Sesi kızgınlık ve hoşgörü arasında bir yerlerden geliyordu.

Havada duran ellerimi her iki yana bırakırken, suçumun farkına vararak konuştum.
"Biliyorum. Bu odayı bana göstermemiştin. Ama ne yapayım, çok merak ettim."
Sesimde annesinin o en çok sevdiği vazoyu kırmış çocuk tınısı vardı.

"Pekala."dedi ve eşikte durmayı bırakıp raflara doğru ilerledi.
"Kaçını okudun ?"

Bana kızmamıştı. Aksine kitaplar ile ilgili bir soru yöneltmiş ve hatamı es geçmişti.
Biraz düşündüm ve cevap verdim.
"Bir çoğunu.. yani.."cümlemi batırmaktan korkarak sustum.

Konuyu dağıtmak adına ona bir soru yönelttim. "Bu kitapları nasıl ve nereden aldın ? İkinci ele benziyorlar."
O sırada o da, raftaki yerinden oynamış birkaç kitabı, yerine geri yerleştiriyordu.

"Çöpten."dedi. Bana dönerken de devam etti. "Kamyonetimle sokak sokak gezip, kâğıt topluyorum. Insanlar kitapları çöpe atıyor."

Ani bir şekilde konuştum.
"Kağıt mı topluyorsun ? Ben senin inşaatta çalıştığını sanıyordum."

Gözlerinde ufak bir ışıltı gördüm. Bu ışıltı, pamuk şeker alınmış bir çocuğun gözlerine benziyordu.
"Ara sıra inşaatta da çalıştığım oluyor."dedi. Sonra sebepsiz yere ekledi.
"Seni ilk kez, o mavi apartmanın 4.üncü katında görmüştüm."

Kalbimin böyle atışı normal miydi ?
Ya da gözlerindeki ışıltıyı bir tek ben mi görebiliyordum ?
Daha önce hiç kimseye böyle bakmış mıydı ?
Ya da ben, daha önce böyle bakan birine mi rastlamamıştım ?

Bir cevap vermedim. Susmaya devam edince o konuştu. "Bugün fazla yorgunum. Kendimi iyi hissetmediğimden erken döndüm."

Odadan çıkıp koridora doğru yönelmişti ki, kolunu tam kapı eşikliğinde yakaladım. Bu ani hareketim şaşırmasına sebep olmuştu ki, dönüp önce kolunu tutan elime, daha sonra yüzüme bakmıştı.

Kafamda ona sormak istediğim binlerce soru vardı. Fakat toplanıp bir cümle edemiyorlardı.
Ismini sormalıydım ya da yaşını.
Ailesini..
Neden kitapların altını çizdiğini..
Neden yalnız yaşadığını..
Kafasındaki uzun ve eğri çizgiyi..
Ve binlercesi..kafamda dolanıp durdu.

"Yaran nerede ?"diye sordum, binlerce soru arasından. Gözleri ışıltısını giderek kaybetti ve kör bir adamın gözlerini aldı. Kolunu parmaklarım arasından çekip kurtardı. Ağır ağır bedenini bana doğru çevirdi.

Dudakları anlamsız bir şekilde kıvrıldığı sırada konuştu.
"Bilmiyorum."


: Seda Mete - Herkes Yaralı :
"Yaralı..
tepeden tırnağa herkes yaralı,
alışmıyor
acının yok kaidesi kuralı.."

AWAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin