SSessizlik onun asil zırhıydı. Sessizlik bazen en kötü günah, bazen en güzel sevaptı. Sessizlik en güçlü silahtı. Sessizlik her şeydi onun için.
Petronus'un kuşandığı hançerler, belini rahatsız edecek ölçüde fazlaydı. Kıyafetinin kollarında ve çoraplarının arasında bile gizli bıçaklar vardı. Sadağındaki dolu dolu oklar ise cabasıydı. Korunmayı seviyordu, bir tehlike olmamasına rağmen.
Kesilmeyi bekleyen uzun, dalgalı saçlarını nasırlı parmakları arasına alarak karıştırdı ve karşısında duran kişiye baktı. Tehlikeli gözleri siyah bir bez ile bağlanmış omyssa Ivan Serefima'nın perişan görüntüsü, Petronus'un içinin burkulup vicdanının rahatsız olmasını sağlıyordu. Petronus, elindeki su dolu çamçağı nazikçe zindan zeminine koydu. "İç," diye mırıldandı.
Ivan'ın o suyu içmesinin imkânı yoktu, çünkü gözleri gibi elleri de bağlıydı. Ne görebiliyor, ne dokunabiliyordu. "Nasıl içmemi beklersin?" diye cevap verdi alaycılıkla.
Petronus gözlerini devirdi Ivan'ın olduğu yere çömeldi. Bakır çamçağı ellerinin arasına alarak mahkûmun dudaklarına uzattı. Ivan suyu iştahla içerken, Petronus onun bu haline üzülmeden edemedi. Ancak Ivan'ın kaderi buydu. Mahkûm olmazsa insanlara zarar verirdi. Şeytan onun aklına girip kandırabilirdi. Bundan dolayı o hayatı boyunca zindanda yaşamaya mahkûmdu.
Su bittiğinde çamçağı kibarca yerine koyan Petronus'un gözüne, duvarlara taş ile kazınmış resimler takıldı. En çok dikkatini çeken ise iç içe geçmiş kare sembolüydü.
Ivan'ın bir dudağı kıvrıldı. "Yemek yok mu?" diye sordu.
Petronus yüksek sesle, "Kes sesini!" dedikten sonra beceriksizce sembollerin kazındığı duvara gitti. "Bunları neden çizdin?"
Ivan bilmiyormuş gibi sordu. "Neyleri?"
"Sembolleri," diye kestirip attı Petronus.
Ivan omuz silkti. "İçimden geldi. Canım sıkılınca bir şeyler karalıyorum işte. Ellerim bazen işe yarıyor."
Petronus gitmeye hazırlanırken her zaman yaptığı gibi yere bıraktığı yayını aldı ve sadağından bir ok çıkardı ve önlem olsun diye oku kabzaya takıp Ivan'a doğrulttu. Ivan'ın ayağındaki pranga şıngırdadı.
"Muhafızlar!" diye bağırarak onları çağırdı. Muhafızlar geldiğinde, Ivan'ın elindeki ipi çözdüler. "Kuralları biliyorsun," dedi Petronus, oku hâlâ ona doğru doğrultmaya devam ederken. "Sakın ola biz buradan gitmeden gözlerini açma. Çan sesi geldiğinde gözlerini yeniden bağla." Ardından kulağına yaklaştı ve fısıldadı. "Sana güveniyorum, arkadaşım."
Ivan sert ve iğneleyici ses tonuyla, "Bunları zaten biliyorum, tekrar etmene gerek yok, sayın nedim. Ayrıca güçlerimi de kontrol edebiliyorum. Endişen boşuna," dedi. "Şunu da eklemem gerekir ki ben senin arkadaşın değilim."
Petronus ahşap kapıyı kapatırken, "Hayır, endişem boşuna değil," diye mırıldandı. Ardından Ivan'ın bir şey söylemesine izin vermeden, muhafızlar ile beraber hızlıca zindandan çıkıp merdivenlerden yukarıya doğru yürümeye koyuldu. Bu sırada da okunu sadağına koymak ile meşguldü.
Salona ulaştığı anda Meargor'un hizmetindeki leydilerden biri Rimma Pertridis'in gözleri Petronus'u görmeyle beraber kocaman açıldı, ardından ise mavi kendini gözleri ışıltıya bıraktı. Ona beslediği bir hayranlık, biraz da aşk vardı. Hızlı adımlar ile Petronus'un yanına ulaştı. Petronus'a baş selamı verdi.
Heyecanla, "Lordum, saray kapısının dışında bir adam sizi bekliyor. Sanıyorum ki Predezia'dan gelmiş," dedi.
Petronus kaşlarını çatıp hafifçe boynunu büktü ve ardından kafasını sallayıp arkasındaki muhafızlardan kurtuldu, saray kapısına yöneldi.
Gerçekten de öyleydi. Saray bahçesindeki korkulukların yanında kahverengi atlı, iri cüsseli bir adam vardı. Uzun yoldan geldiği belli olan yırtık kürkü, elinde ise bir kalıp peynir duruyordu. Adamdan zarar gelmeyeceği belliydi.
Petronus onun yanına koşar adımlar atarken, adam sonunda onu fark etti ve peynirini kalın korkuluklara koyup saygıyla reverans yaptı. Petronus son birkaç adımını attığında adama soru sorar gözler ile baktı.
Adam, "Lord Petronus," dedi. Ardından kürkünün cebinden uzun, rulo bir parşömen çıkarıp nedime uzattı. "Predezia kralı Lev'den size bir mesaj var," dedi.
Petronus tereddütle mektubu aldı ve elinde tuttu. "Ne mesajı? Sen kimsin?" diye sordu.
"Ne mesajı olduğunu bilmiyorum, lordum. Ama önemli bir şey olduğu kesin. Ayrıca..." deyip dudaklarını Petronus'un kulağına yaklaştırdı. Gözleri ile etrafı tarayıp kimsenin olmadığına kanaat getirince fısıldayarak konuştu: "Ayrıca Kral Lev bu mektubu Ohandon'dan saklamanız gerektiğini söyledi."
Petronus'un merakı gittikçe artıyordu. Kaşlarını çattı ve henüz açılmamış parşömene baktı. "Pekâlâ. Sen kimsin diye sormuştum?"
Adam gülümsedi. "Ben avcıyım. Sarayın işlerini falan yaparım."
"Anladım. Gidebilirsin."
Avcı adam atına binip gözden kaybolduğunda parşömeni cüppesinin dublesine sokup saraya doğru gitti.
***
Petronus çok fazla yorulmuştu. Tüm gün Ohandon'un emirlerini gerçekleştirmek ile uğraşmıştı. Terzi Magrat, tüccar Timerson derken zaman oldukça hızlı geçmişti. Herkes odasına çekilmiş, yorgun bir günün ardından dinleniyordu.
Petronus okuması gereken o mektubu hatırladı. Lev'in onunla ne işi olabilirdi ki?
Kürkünü çıkardı ve cüppesine koyduğu rulo parşömeni çıkarıp eline aldı. Önünde mumların yandığı aynasının önüne geçip sandalyesine oturdu ve mektubu okumak üzere ruloyu açtı; parşömen kâğıdı düzleştirdi. Lordhor diliyle ve güzel bir el yazısıyla yazılmış bir mektuptu bu. Kral Lev, Lordhor dilini bilirdi. Petronus da bilirdi ki Lev zeki bir adamdı. Geçmişinden ötürü de ona minnettardı, borçluydu.
Mektubu okumaya başladı.
Müşavir Petronus,
Sana bir gerçeği açıklamak üzere bunları yazıyorum. Zira ikimizin de ortak düşmanımızı biliyorum. Üstelik bana borçlu hissettiğini de biliyorum. Yıllardır bu borcu ödeyemedin. Zaten ödemeni de istemedim fakat şimdi istemek durumundayım. Konu Ohandon. Biliyorum ki Ohandon sana yıllarca çektirdi. Bir köle edasıyla çalışadurdun. Ancak onun bir açığını yakaladım. Eğer bu açığı kanıtlayabilirsen bu ikimizin açısından iyi olacak.
O bir hırsız. Predezia'nın en değerli varlığı olan fosil tırnağı çaldı. Senden istediğim bunu kanıtlaman. Eğer bunu kanıtlarsan belki de Lordhor'da tahta sen geçebilirsin, kim bilir. Eğer kanıtlarsak Ohandon'u öldürürüz, Meargor'u da öldürürüz; kralın en yakını sen olduğun için tahta sen geçersin. Senin ne kadar tahta geçmek istediğini biliyorum. Ayağına işte fırsat geldi. İki seçeneğin var: ya hayatın boyunca sürün, ya da biraz uğraştan sonra çıkıp tahta sen otur. Seçim senin. Teklifimi kabul ettiysen dört gün içinde gel ve oyun gecesinde bize katıl.
Lev.
Mektubu bitirdikten sonra bir ürperti tüm bedenini esir aldı Petronus'un. O bu işi başarabilir miydi? Ohandon bir hırsız mıydı?
İlk önce birilerinin ona şaka yaptığını düşündü. Bu Timo'nun veya Rhymen'in şakalarından biri olabilir miydi? Ancak değildi. Bu el yazısı Lev'indi.
Mektubu kimsenin asla bulamayacağı bir yere sakladı. Düşünmeye ihtiyacı vardı ancak düşünmeden bile emin olacağı tek bir şey vardı; Kral Lev'in teklifini kabul ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜKSELİŞ
FantasyFantastik #1 Yeşil Prenses serisinin 1. kitabıdır. Ve şeytan, inini, parçalanmış ruhları koymak için kendisine sakladı. O in, kalbinin tam ortasındaydı. ♕ Adına dünya denen bu yerde hiçbir zaman eşitlik olmadı. Her zaman birileri ezildi, birileri...