Genç adam sinirle homurdanarak, karşısındaki görüntüye bakıyordu. Bu nasıl bir saçmalıktı böyle? Ama hak etmişti. Evet, zaten 5-6 ay sonra boşanırdı ve biterdi bu saçmalık. Ama tek canını sıkan nokta bu değildi zaten. Evlendiği kız kendinden yaşça küçüktü. Kendi bunu es geçebilirdi fakat sanat camiasında bir adı vardı, Ateş Arslanoğlu 'nun..
"Vedalaşmanız bittiyse, gidelim artık!" Destan gözlerini silerek, son kez babasına sarıldı ve uzun süre karşısındaki yapılı adama baktı. Adam o kadar nefretle bakıyordu ki kız bir an korkmuştu. Adam bir şey demeden sürücü koltuğuna geçtiğinde, kız adamın yanına oturmaktansa arka koltuğa oturmayı tercih etmişti. Ağlamaktan kızaran gözleri, sıcak ortama geçtiğinde yaşarmıştı, yine. Adam arabayı çalıştırarak hızla bulundukları evden, o köyden, o ilçeden, hatta o lanet olasıca şehirden ayrılmayı planlıyordu. Malatya'yı hiç sevmezdi zaten. İnsanları ona hep soğuk ve itici gelirdi. Zaten buraya da iş için gelmişti. Karşısındaki kıza da dikkatsizliği yüzünden çarpmıştı. İlk haftalarda yüzü yara bere içindeydi, Allah'tan biraz düzelmiş, diye içinden geçirdi genç adam. Gözleri ile dikiz aynasından kıza bakıyordu. Yüzünü o koca, kızıl ve kıvırcık saçları yüzünden tanımlayamıyordu. Fakat bedeninden anladığı kadarıyla, ince bir beli ve uzun bacakları vardı. O kadar kalın giyinmişti ki gören Tekir'deyiz filan zannederdi. Tam yüzümü çevirecektim ki o da aynı anda başını çevirmişti. Kız sanki bir şey demek istiyor da diyemiyor gibiydi.
"Biz... Nereye gidiyoruz?" Sesi o kadar kısıktı ki zor anlamıştım.
"Ankara'ya..." Genç adam yollar karlı olduğundan dolayı 3-4 gün yakın arkadaşının evinde geçirmeyi planlıyordu. Yollar açılınca İstanbul'a devam ederdi. Yaklaşık 1 saat daha sessiz geçirdikten sonra Destan susamıştı fakat belli etmemişti. Adam yavaşça büyük bir dinlenme tesisinin önünde durmuştu.
"İn arabadan!" Adam o kadar sert bir şekilde söylemişti ki kız ikiletmeden inmeye çalışmıştı. Ayak bileği hala biraz ağrıyordu. Adam kızın inmesini beklerken bile sıkılmıştı.
"Hep böyle yavaş mısın?" Diyerek kızın kolundan tutmuştu sertçe. Ve peşinden sürüklüyordu kızı. Fakat tuttuğu bileğin, ezilen bilek olduğunu bilmiyordu. Kız acıttığını söylemek istiyordu fakat bu heybetli, uzun adamdan da korkuyordu. Burası restoran gibi bir yerdi. Daha çok çocuklu aileler var sanırım, diye düşünmüştü Destan. Adam 2 kişilik bir masa bulup oturmuştu. Kız da montunu çıkarıp oturmuştu. Üzerinde siyah, boğazlı bir kazak vardı. Altına da keten siyah bir pantolon giymişti. Adam her şeyi siyah olduğu için kızın vücut uzuvlarını belirleyemiyordu. Masaya genç bir garson geldiğinde bakışları aniden kızıl saçlı kadına çevrilmişti. O koca saçlarıyla o kadar çok dikkat çekiyordu ki garson bile kızı süzmeye başlamıştı. Adam bir iki kere boğazını temizlemişti. Bunu fark eden garson adama siparişleri sorup, zorla ayrılmıştı masadan. Kızın teni beyazdı. Ya da pembe... Gözleri koyu yeşildi, ve yanaklarında minik gamzeleri vardı. Garsona gülümserken görmüştü, Ateş (!) Yemeklerin gelmesini beklerken adam telefonunu çıkarıp uğraşmaya başlamıştı. Kız ise adamın keskin gözlerinden kurtulduğunu anlayıp, biraz olsun rahatlamıştı. Ama ani gelen bir soruyla gene gerilmişti.
"Kaç yaşındasın?"
"Yi-yirmi üç." Adının Ateş olduğunu bildiğim adam başını hiç kaldırmadan, telefonu ile uğraşmaya devam ediyordu.
"Sen?" Adam aniden başını kaldırıp, bana dik dik bakmaya başlamıştı.
"Bilmene gerek yok!" O sırada yemeklerimiz gelmişti. Adamın verdiği cevaba mı üzülsem, tavuktan nefret etmeme rağmen ayıp olmasın diye yemek zorunda olacağıma mı; bilemiyordum...
"Şey... Lavaboya gidebilir miyim?" Başını sallamakla yetinmişti. Kadın bir garsonun yanına giderek lavabonun yerini öğrenip, elimi yüzümü yıkamıştım. Bileğim morarmıştı. Ve sızlıyordu...
************"Yemeğini bitirsen iyi edersin, 3 saat daha yoldayız!" Çatalımı tabağın kenarına bırakarak, bitirdiğimi belli etmek istemiştim. O ise sadece bakmakla yetinmişti... Acaba neden benimle konuşmuyordu? Biliyorum, kimse hayatının baharında tanımadığı, hatta nefret ettiği kimse ile zorla evlenmek istemezdi...
"Kalkalım!" Adam sanki emretmişti! Kız tam kalkarken yanına ufak bir kız çocuğu gelmişti.
"Abla, sen çok güzelsin!" Destan bu sözler karşısında şaşırmıştı... Dizlerinin üzerine çökerek, kızın saçlarını okşamaya başlamıştı.
"Teşekkür ederim. Ama sen de çok tatlısın!" Ufak kız Destan'ın kızıl kıvırcık saçlarına elini geçirip oynamaya başlamıştı bu sefer de.
"Keşke benim de saçlarım seninki gibi olsaydı..." bunu hafif bir üzüntüyle demişti sanki..
"Emin ol, elimde olsa hepsini sana verirdim!" Ateş oturmuş bu iki kızın garip konuşmasını izliyordu.
"Melek! Kızım... Neredesin sen? Sabahtan beri seni arıyorum!" Kadın özür dileyerek masadan kızını da alıp uzaklaşmıştı. Ateş denen adam ise hesabı ödeyip, kızı beklemeden yürümeye başlamıştı. Kız da hemen onun peşinden gitmeye başlamıştı... Arabaya bindiklerinde, kız gene konuşmamayı tercih etmişti. Geçtikleri yolları izlerken, o yeşil ormanların ve beyaz karların uyumu karşısında büyülenmişti... Ve kendini o büyüye kaptırarak, gözlerini uykuya teslim etmişti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL GÜNEŞ
ChickLit"Her neyse, gerçekten... Bugün neden çok konuşmadın ve canın sıkkındı?" Ateş hışımla yattığı yerden doğrularak yüzüme bakıyordu. Yani ışıkta öyle görünüyordu. "Neden mi? Şöyle açıklayayım; Bir bakıyorum karım dediğim kadın, ne idüğü belirsiz bir her...