Selim 21 yaşına kadar annesini hiç üzmedi, babasının yokluğunu ailesine hiç hissettirmedi. Çok başarılı bir öğrenciydi, okulu derece ile bitirmişti. Hafta sonları ve okuldan çıkış saatinden sonra çalışır, eve katkıda bulunurdu. Kardeşlerinin bir dediğini iki etmez, onların yarım kalan baba sevgilerini tamamlamaya çalışırdı. Selim hem annesinin hem kardeşlerinin ilk aşkı ve kahramanlarıydı...
Yaşından beklenmeyecek kadar olgun ve fedakar olarak, of bile demeden ailesini adeta sırtına almıştı. Ama genç ve idealist olan Selim hayallerinin gerçekleşmesinde kendisi için hiçbir şey yapmıyordu. Onun hayalleri çok uzaklardaydı, kilometrelerce uzakta. Selim Almanya'ya gitmek istiyordu ama babasının ona emanet ettiği ailesini nasıl bırakabilirdi?
Defalarca mücadele etti kendisiyle. Ama ne aklına ne yüreğine söz dinletemiyordu. Bu sıkıntısını yıllardan beri Berlin'de yaşayan küçük teyzesine mektup yazarak bildirdi. Çok geçmeden teyzesinden olumlu cevap geldi. Selim havalara uçuyordu ama bu haberi annesine nasıl vereceğini bilmeden kalbi alev alev dönüp duruyordu her yerde. Bekleyecek zamanı da yoktu, bir an önce pasaport işlemlerine başlamalıydı...
Anneciğinin yüreğine ilk ateşi düşürdüğü, ilk defa yıktığı, emek emek kurduğu yuvalarını yangın yerine çevirdiği gündü; "Anne ben Almanya'ya gitmek istiyorum, " dediği gün.
Zübeyde Hanım yavrusunu korumak isteyen bir panter gibiydi.
-Hayır, asla izin vermem, göndermem seni kurtlar sofrasında yem olasın diye, kesinlikle göndermem! . .
-Anne çok uzun kalmayacağım, yabancı dil okuluna giderim, mesleğimi geliştirir çalışırım. Dayım var, teyzelerim var, onlar bana sahip çıkar, yıllardan beri bunun hayalini kuruyorum anne lütfen...
-Yavrum gözümün kökü tek oğlumsun, kız kardeşlerini nasıl bırakacaksın? Sen orda gavur memleketinde, onlar burada, baban başka diyarlarda... Ben kadın başıma nasıl baş ederim üç tane fidan gibi kız çocuğuyla? Etme yavrum, ciğerimi yakma...
-Anne sen oğluna güven, ne bana bir şey olabilir ne de evelallah sonra sen varken bacılarıma bir şey olur. Ben sana da onlara da çok güveniyorum, hiçbiri benim de, senin de, babamın da başımızı öne eğdirmezler. Anneeemm hadi lütfen, hayallerimin peşinden gitmeme engel olma, hadi he de...
Haftalar sürdü Selim'in annesini ikna etme çabaları. Zübeyde Hanım kadere çok inanırdı ama bu kader değil, bu düpedüz kaderini kendi yazmaktı. Oğlunun kuş gibi çırpınışları ve kız kardeşi Fadime'nin sürekli telefonla arayıp Selim'i göndermesi için ısrar etmesi artık Zübeyde Hanım'a razı gelmekten başka bir yol bırakmamıştı.
Ağabeyi, kız kardeşi, ablaları ayrı ayrı güvence veriyorlardı Zübeyde Hanım'a.
-Sen sakın merak etme, gözün arkada kalmasın. Selim de bizim oğlumuz, kendi çocuklarımızdan ayırmayız vs. Vs...
Zaten kardeşlerine güvenmese kime güvenecekti ki? Yol iz bilmeyen, yürek sızısı, gözünün nurunu Allah'tan sonra kime emanet edecekti?
Her şey çok hızlı olup bitti. Selim'in teyzesi Fadime Hanım'ın davetiye ve uçak biletini gönderdiği güne kadar ana yüreği dua ediyordu...
İnşallah bir aksilik çıkar davetiye alamaz diyordu ama umutları boşa çıkmıştı...
Ayrılık vakti geldiği an evden cenaze çıktı sanmıştı komşular. Böyle bir ayrılığı insanlar ne görmüş ne de duymuşlardı. Feryatlar yükseliyordu evlerinden. Defne on yaşında, Gül on iki yaşında, Lale on yedi yaşındaydı. Babalarını yurtdışına çalışmaya yollarken bile böyle bir ayrılık acısı yaşamamıştı hiçbirisi...
Selim, evinde ailesi ile birlikte geçirdiği son gecede annesine ve kız kardeşlerine bakmaya doyamamış, bütün aile uyumadan, sabaha kadar ağlayarak geçirmişlerdi son gecelerini. O gecenin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ağabeylerinin sözü kızların kulaklarında çınlar, hala akıllarından çıkartamazlardı.
-Sizi önce size, sonra Allah'a emanet ediyorum, siz kendi emanetinize sahip çıkarsanız yüce Allah zaten sizin yanınızda olacaktır...
***
Zübeyde Hanım'ı yatıştırmak, teselli etmek mümkün değildi. Sanki ciğeri kopmuştu, sanki kalbini yerinden çıkarmışlardı, sanki gözleri artık hiçbir şey görmeyecek, eli ayağı bir daha tutmayacak gibiydi. Nasıl nefes alacak, nasıl dayanacaktı sonu başı belli olmayan diyarlara gönderdiği evinin direğinin hasretine...
Selim'in bin bir vaad ile götürüldüğü Berlin'de birkaç ay sonra başladı hayal kırıklıkları. Hiçbir şey hayalini kurduğu gibi değildi. Dayısı, teyzeleri sanki kendi canları değil herhangi bir tanıdık gelmiş gibi davranıyorlardı.
Dil okuluna kayıt ettirdiler ama harçlığın var mı diye sormuyorlardı bile. Selim çok geçmeden kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini anladı. Annesinin ağlayarak söylediği her şey tek tek çıkmaya başlamıştı ama yaşadığı yalnızlık ve itilmişlik duygusu, onu kontrol edemediği bir hırs ile çıkmazlara sürüklüyordu.
Kendi parasını kazanması gerektiğini biliyordu ama çalışma izni olmadığı için kaçak çalışması gerekiyordu. Giderken verilen bin bir vaadler yerini bin bir suratlara bıraktığı için sınır dışı edilme ihtimali bile onu durdurmuyordu. Yaşadığı bu travmayı atlatması uzun sürmedi, iş buldu, artık kendini daha güvende hissediyordu. O dönemde tanıyıp aşık olduğu Hande sayesinde hayal kırıklıklarını daha çabuk atlattı. Hande her sorununda, her derdinde yanındaydı çünkü...
Bu ilişkiye dayısı ve teyzeleri de onay vermişti ama her şey mükemmel giderken hatta evliliğe doğru ilerlerken sebepsiz bir durgunluğa girmişti bu güzel beraberlik. Selim sürekli kendini sorguluyordu. Daha okulunu bitirmemişti, ne oturma izni ne çalışma izni vardı. Nereye kadar kaçak çalışıp bir yuva kurabilirdi ki? . . Ailesi destek olmuyordu, hani her daim yanında olacaklardı bu yaban ellerde? Annesine yalancı çıkmıştı onlar yüzünden. Geri dönmeyi gururuna yediremiyor, Hande'yi de üzmek istemiyor, aklından geçen bu cevapsız soruları da Hande ile paylaşamıyordu. Tam bir çıkmazdaydı, gittikçe Hande'den uzaklaşıyor, hatta bunu bilerek yapıyordu.
Bu dönemde tanıştığı Yelda ile arkadaşlık olarak başlayan ilişkisi çok kısa bir sürede evlilikle bitti ve Hande ile Selim'in kaderleri 20 yıl kadar ertelenmiş oldu.
***
Umarım beğenerek okuyorsunuzdur. Yorum ve vote unutmayınız:)
sevgiler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖBÜR EV TAMAMLANDI
General FictionPeki bu kadar yenilmiş yok edilmiş hayatlar varsa kazanan neredeydi? onlar zafer çığlıklarını nerede atıyorlardı ağızlarından salyalar akıtarak? iki mezhebin birbirine karıştırılmasına engel olmak için yetiştirilmiş cengaver ana babalar, fedai kılık...