Defne kocasına ve kayınvalidesine hissettiği minnet duygusunu her fırsatta onlara da hissettiriyordu ama karşılık dahi bulamadığı gibi, kocasının agresif tavırlarına da bir anlam veremiyordu. Yine de en zor, en içinden çıkılmaz durumlarda bile Caner'in iyiliklerini, az da olsa yaptığı jestleri kendi kendine hatırlatarak öfkesini en aza indirmeye çalışıyordu genç kadın. Hüzünle, acıyla karışık kendisine verilen ödünç mutluluk, bir çocuğun elinden alınan oyuncağı gibi onun da elinden alınacaktı yeniden...
Eşini sürekli aşağılayan, değer vermeyen Caner, artık Defne'nin dayanma sınırlarını fazlası ile zorlamış ve yine haftalarca sürecek bir kaosun fitilini ateşlemişti.
Defne, yerde cenin pozisyonunda yatıyor, tekmelerden korunmak için kafasını ellerinin arasına almış gözleri kapalı ağlıyordu. Hakaretler ve küfürler havada uçuşurken telefona sarılan Caner, Lale'yi arayarak; "Kardeşinizi öldürüyorum, gelin ölüsünü alın" derken Defne son sesi ile; "Ablacığım ben iyiyim korkma sakın, korkma" diyerek çaresizce çırpınıyordu.
Ağabeyi Selim de izne gelmiş, Defne hariç bütün aile Lale'nin evinde akşam yemeğinde toplanmışlardı. Selim, Defne'nin tek kahramanıydı. Bütün çocukluğu ağabeyine duyduğu hayranlık ve derin saygı ile geçmişti. Onun tek bir bakışı, tek bir sesi ile söylediği Defne hitabı bile küçük kızın dizlerini titretirken, o koca yürekli adama olan sevgisi ve hayranlığı hiç bitmeden çoğalıyordu. O ateş saçan gözlerinin arkasındaki duygusallığı, öfkelendiği zaman kükreyen sesinin arkasındaki naif tonu sadece Defne algılayabiliyordu. Ağabeyi de evin en küçük kızı "Tekne kazıntısı" dediği kardeşini çok sever ve her fırsatta bunu fazlası ile hissettirirdi. En küçük bir hastalığında bile "Kındilim" diye sevdiği Defne'sinin başından ayrılmaz, ateşi düşsün, iyi olsun diye annesinden öğrendiği sirkeli bez, aspirinle karışık sirke solüsyonunu zor da olsa içirir, omzuna alıp evin bütün odalarını gezdirirdi. Okul sıralarında ağabeyinden öğrendiği defter düzenini, kıvrılmış sayfa uçları için ataç takmasını, resim ödevlerinde bıkmadan başında resim tekniklerini öğretmeleri ve her koşulda akıttığı sevgisiyle, Selim'in sonsuz, koşulsuz koruması ve sevgisi ile büyümüşlerdi Defne ve ablaları...
Defne o kadar emindi ki bu telefondan sonra abisi uçarak gelecek, tüm azameti ile Caner'in karşısına dikilip "Kındili"sini koruyacaktı. "Sen kimsin ki benim nazlı bebeğime vurursun! Sen kimsin ki benim gözümden sakındığım kındilimi bu hale koyarsın?" diyerek hesabını fena soracaktı.
Dayağı bırakan Caner'den kurtulan Defne, kendini banyoya zor attı. Sürekli yüzünü yıkıyor, ağlamasını durdurmaya çalışıyordu ama durmuyordu bir türlü. Yüzüne baktı aynada. Yüzündeki ve boynundaki morlukları nasıl saklayacaktı? Ağabeyi, canı, kahramanı görmemeliydi bu kara vicdanlı adamın imzasını...
Dakikalar sonra tıpkı tahmin ettiği gibi uçup gelmişlerdi adeta. Yüzüne kondurmaya çalıştığı sahte gülücük ile kapıyı açan Defne, eniştesinin kucağında uyuyan küçük Cemre'yi alıp kendini mutfağa zor attı. Caner bütün aileyi ayakta karşıladı. Sanki az önce Defne'yi döven, yerlerde tekmeleyen o değildi.
-Abi hoş geldiniz, oturmadan şu boynumun haline bak, kardeşin çizik çizik yaptı.
-Defne çabuk buraya gel.
-Efendim ağabeyciğim?-Sen kimsin ki kocana el kaldırabiliyorsun bu ne saygısızlık bu ne terbiyesizlik!
Gözyaşlarına boğulan Defne hayatının şokunu yaşıyordu.
-Ağabeyciğim inan hatırlamıyorum, can havli ile kendimi korumaya çalışmış olabilirim isteyerek yapmadım biliyorsun, derken tir tir titriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖBÜR EV TAMAMLANDI
General FictionPeki bu kadar yenilmiş yok edilmiş hayatlar varsa kazanan neredeydi? onlar zafer çığlıklarını nerede atıyorlardı ağızlarından salyalar akıtarak? iki mezhebin birbirine karıştırılmasına engel olmak için yetiştirilmiş cengaver ana babalar, fedai kılık...