Defne ilk defa kendisini cesaretli hissetti uyandığı zaman. Caner'in şehir dışında oluşu da bu cesareti desteklemişti. Üç gün boyunca çıkmadı sığınağından. Evde yiyecek hiçbir şey olmadığı için sudan başka bir şey içmiyordu ama açlık da hissetmiyordu. Nurten Hanım gelip yiyecek getiriyordu ama Defne çöpe döküyordu hepsini. Aç ama huzurlu, aç ama mutluydu ilk defa.
Tek başına geçirdiği bu üç gün Defne'ye çok iyi gelmişti. Caner döndüğü zaman hiçbir yakınlık, teselli bulamayacağını bilen üzgün kadın kocasına tek bir kelime etmemiş, yaşadıklarını yine sonsuzluğa gömmüştü.
O kara günlerde Defne'nin tek umudu, tutunduğu tek dal, uzanan minicik el, annesine "Dayan" diyordu. "Dayan anneciğim ben geliyorum."
Defne yavrusu ile aralarındaki bu güçlü, karşı konamaz telepatik bağlantı sayesinde karşı koyabiliyordu üst üste gelen fırtınalara, kasırgalara.
***
Yine sabah mesaisi başlamıştı küçük kadının. Bütün gece yaramaz yavrusu annesini uyutmamış, sabah sürüne sürüne kaldırmıştı.
Defne uyandığı zaman saatin on olduğunu görünce gerçekten de işe geç kalmış bir işçi gibi koca karnıyla yatağından fırlamıştı.
Yüzünü bile yıkamadan üzerini değiştirip kendini evden dışarı atmıştı. Merdivenden inerken kocası söyleniyordu arkasından.
O telaşla anahtarını evde unutan Defne korka korka zile bastı. inanamadı gördüğüne. Nevin kapıyı güler yüzüyle "Günaydın" diyerek açmıştı.
Defne şoktaydı, kayınvalidesi de "Günaydın kızım" diyerek karşılamıştı. Mahcup mahcup "Günaydın anneciğim," diyebilmişti. Ev kalkmış gidiyor gibiydi. Ne varsa her şey ortadaydı. Koliler, çantalar, çuvallar dolu dolu, herkes mutluydu.
- Anne hayırdır? Bir yere mi gidiyorsunuz?
- Kızım tatile gidiyoruz, hadi sen kahvaltıyı hazırla, baban acıktı.
-Anne ne tatili, nereye gidiyoruz?
-Gidince görürsün, hadi sofrayı hazırla.
Defne kahvaltı sofrasında öğrendi nereye gideceğini: Seferihisar "Sığacık" Aile Kampı.
İki saat sonra kamyonet kapıdaydı. Yaklaşık bir saatte bütün paketler arabaya yerleştirildi. Komşular bile tatile gidildiğine inanamadı, taşınıyorlar zannettiler. Eşyalar arkada, Caner ve ailesi önde Seferihisar'a vardıklarında bu kez daha çabuk indi eşyalar. Koca evin eşyalarından gerekli olan parçalar tahminen üç metrekare odaya yerleşti. Defne yine sancılar içinde, 45 derece sıcakta ödem tutmuş vücudu ile ayakta durmaya çalışıyordu. Bu gidiş Defne için tatil değil işkence gibiydi. Nefes bile alamadığı çok yoğun bir nem küçük gelini dermansız, güçsüz bırakmıştı.
O küçücük baraka iki günde ancak yerleşebilmişti. Defne iç geçirerek bakıyordu ailesinin arkasından onlar denize girerken o kan sıcakta. Tabii deniz keyfi öyle yarım saatte bitmediği için onlar yorgun gelir, aç gelir, sinirli gelir telaşı ile yemek yapan, bulaşık yıkayan, çamaşır sepetini böğrüne dayayıp çamaşırhaneye giderken "Allahım bitir bu işkenceyi" diye yalvaran Defne için orası tatil yeri miydi savaş yeri miydi belli değildi.
İç çamaşırlarına dökmek istediği çamaşır suyu rüzgarın şakası yüzünden gelip Defne'nin koca göbeğine sıçradığında bunu fark etmeyen şaşkın kadın bir eli belinde, bir eli böğründe geldiği barakanın önünde, ailesinin denizden gelmiş çay içtiklerini görünce o da bir an yorgunluk çayı içmek istemişti. Leğeni yere bırakıp bardak almak için içeri geçtiğinde bir anda kayınvalidesinin çığlığı ile olduğu yerde zıpladı korkudan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖBÜR EV TAMAMLANDI
General FictionPeki bu kadar yenilmiş yok edilmiş hayatlar varsa kazanan neredeydi? onlar zafer çığlıklarını nerede atıyorlardı ağızlarından salyalar akıtarak? iki mezhebin birbirine karıştırılmasına engel olmak için yetiştirilmiş cengaver ana babalar, fedai kılık...