-10-

87 11 2
                                    

Sömestre tatiline iki hafta vardı. Sınavlar yeni bitmişti, kantinde toplanan gençler boş geçecek son dört derste sinemaya gitmeye karar verdiler.

Defne evde misafir olduğunu söyleyerek eve doğru yola çıktı. Aslında Defne'nin yalan söylediğini bütün arkadaşları biliyordu ama onu daha fazla üzmemek için bir şey söylemiyorlardı. Çünkü ne boş derslerde, ne hafta sonlarında hiçbir zaman Defne'nin kendi aralarına katılamadığını, izin problemi yaşadığını biliyorlardı.

Defne annesi ile evde sorun yaşamaktansa, gençlik heveslerini içinde saklamayı tercih ediyordu. Okula gidiş, eve geliş saatlerini takip ederdi Zübeyde Hanım. Hangi sebeple olursa olsun geç kalmasını asla kabul etmez, kıyametleri koparırdı. Daha geçen hafta evlerinin çok yakınında, pastanede yapılacak olan doğum günü kutlamasına bile günlerce yalvarmalarına rağmen izin alamamış, ağlamaktan içi çıkmıştı zavallı kızın.

Defne de parti günü evde annesi yokken, habersizce Lale ablasına gitmiş, eve erken dönen Zübeyde Hanım çılgına dönmüştü. Hemen partinin yapılacağı yere giden öfkeli anne, bütün gençlere tek tek Defne'yi sormuş, hiç gelmediğini öğrendiği zaman da, nerede bu kız diyerek iyice çıldırmıştı. Hava kararınca eve ancak gelebilen Defne, annesinin öfkesini görünce "Keşke partiye gitseydim öyle de kızdı böyle de kızdı, hiç değilse eğlenirdim," diye düşünerek üzüldü. Bilmiyordu ki eğer annesi onu partide bulsaydı saçlarından tutarak, onu rezil ederek eve getirecekti. Bunu öğrendiği zaman "Allahım beni korumuşsun teşekkür ederim," diyerek arkadaşının doğum günü partisine gitmediği için şükür etmişti.

Ablalarının, ağabeyinin, babasının hasret kokan yoklukları, annesinin göz açtırmaması, sert baskıları, okuldaki ilk aşkı ve sadece kantinde görüşebildikleri ya da evin yakınına kadar yürüyebildikleri için Çakır'ın Defne'yi en yakın arkadaşıyla aldatması... Defne çok üzgündü, çok yalnız, çok çaresizdi. Çakır gözlüsü bari yanında olsaydı da annesinin baskısına, ailesinin özlemine dayanma gücü verseydi. Geri döndü af diledi ama Defne çok kırgındı ve onu affetmedi. Çakır gözlüsü ailesini gönderip Defne'yi isteteceğini söylemişti ama bir Alevi-Sünni çatışması daha yaşamak istemeyen Defne evet demeye cesaret edememişti. Bu korkusu belki de onun bütün hayatını kökten etkileyebilecek bir yönde değiştirmişti. Ama annesine kıyamadığı için kendini kurban etmiş, yıllardır pişmanlık duymuştu çakır gözlüsüne evet diyemediği için.

Evin en son, en küçük kurbanı da böylece bu acımasız çarkın dişleri arasında ezilmiş, ufalanmış, daha 17 yaşında yenilmişti bu zalim düzene...

Peki bu kadar yenilmiş yok edilmiş hayatlar varsa kazanan neredeydi? Onlar zafer çığlıklarını nerede atıyorlardı ağızlarından salyalar akıtarak?

İki mezhebin birbirine karıştırılmasına engel olmak için yetiştirilmiş cengaver ana babalar, fedai kılıklı beyinler acaba hangi milyonlarca seven kalplerin ışığını söndürdüler, hayat bahçelerini hazana çevirdiler?

Ne geçti ellerine? Yitip giden hayatlardan çaldıkları mutluluklardan, birlikte ölmeyi göze alacak kadar çok seven gençlerin toprak olmuş bedenlerinden başka ne kazandılar bu taş kalpli "kalpsizler"?

Hiçbir bebek bu vahşetleri bilerek doğmazken neden Allah'ın verdiği akıl mantık şuur üçlüsünü kullanıp da vicdanlarını devreye sokarak reddetmediler kendilerine öğretilen bu acımasız ayrımı?

Bu solan hayatların hesabı sorulmayacak mı sanıyorsunuz? Bu yangını her gün körükleyerek büyüten, kontrolden çıkaranlar, sevmekten başka suçu olmayan bu günahsız gençleri de o ateşe atmanızın vebalini nasıl ödeyeceğinizi sanıyorsunuz?

Eğer hayatınızda kendinizden başka sevecek insan bulsaydınız allah korkunuz olsaydı sadece üç harften oluşan "aşk" 'ın anlamını kavrayabilseydiniz bu gençlere yinede kıyar mıydınız? Dalında solmalarına göz yumar mıydınız? Hayır... Tabiki hayır... Yapamazdınız. Bu günahsız gençlerin hayatlarını göz göre göre söndüremezdiniz... Aldığınız "ah" 'larla hangi mertebeden indiğinizin farkında mısınız? Ya da seven kalplerin kavuşmasına yardım edenlerin hangi mertebeye çıktıklarını biliyor musunuz? Bilmiyorsanız okumaya devam edin (kaynak : )

" ( S. A. V ) muhammed zamanında islam'da mezhepler yoktu. Ama gruplaşma eğilimleri vardı. Mezheplerin ortaya çıkmamasının sebebi, peygamberin vahiy silahı ile kendi çizgisinden farklı görüşlere meydan vermemesiydi. Mezhepler dinin farklı görüşlerle yorumlanması nedeniyle çıkmış gruplardır. Böylece din parça parça edilmiş bölük bölük gruplara ayrılmıştır. Her grup kendini en doğru görür ve asıl cennetliklerin kendi grup mensupları olduğunu iddia ederler islamın temel inançlarında ayrı düşüncelerde ayrıntılarda öyle farklı inançlara sahiptirler ki birine göre cennetlik olan diğerine göre cehennemlik olabilir. Bir yandan büyük dinlerin mezheplere bölünmemesinin olanaksızlığı diğer yanda ise kur'an'da bölünmenin mezheplere ayrılmanın hoş karşılanmaması islamcılar önünde büyük bir handikaptır. O yüzden ayetleri farklı yorumlayarak mezhepleri caiz göstermeye çalışırlar.

Enam-159 : dinlerini parça parça edip gruplara ayıranlar varya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak allah'a kalmıştır. Sonra allah onlara yaptıklarını bildirecektir.

Rum-32 : dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.

Ali imran - 103 : hep birlikte allah'ın ipine (kur'ana ) sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.

Ali imran - 105 : kendilerine ap açık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.

Görüldüğü gibi ayetler açık ve net olarak mezhepleri yasaklıyor. Mezheplere ayrılanlarla peygamberlerin ilişiğinin olamayacağını söylüyor. Ve mezhep mensuplarını cehennem azabıyla tehdit ediyor. Ama buna rağmen mezhepçiler kendilerine katılmayanların cehennemlik olduğunu ileri sürebilecek kadar pişkinler : yani deyim yerindeyse "mezhebi genişler"


ÖBÜR EV  TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin