-17-

85 11 6
                                    

Günler, haftalar çok hızlı geçiyordu. Annesine merhaba dediği günden beri mucizeler yaratan, yeniden umut ışıklarını anneciğinin gönlüne serpiştiren minik kuzunun ismi de Umut olmuştu. Defne yine kendini kandırıyordu. Ama başka bir çaresi yoktu. Gözünden yaş akmadığı gün yoktu. Ama her yeni güne bahar umuduyla gözlerini açmaktan da yorulmuştu. Beklediği bahar oğlu ile birlikte yüreğine dolsa da hayatı kara kış tadında geçmeye devam ediyordu.

Geceden geceye olsa da evine gidebilen, uykuda geçirmesi gereken zamanı uyanık geçirdiği, kendini en huzurlu hissettiği sığınağına gidemiyordu artık. "Bebek küçük sen bilemezsin, sen beceremezsin, uyur kalırsın ağlarsa duymazsın..." diyen kayınvalidesi izin vermiyordu evine gitmesine.

Yine sabrediyordu küçük anne, istediği tek şey yavrusu ve kocasıyla beraber kendi yuvasında kendilerine ait bir yaşam sürdürebilmekti. Kayınvalidesinin, kayınpederinin, görümcesinin hayatlarında sığıntı gibi hissediyordu kendini. Keşke baştan söyleselerdi kızım evine güvenme, o ev sadece formaliteden kuruldu, sen bizimle yaşayacaksın diye. Baştan söylememelerini, kandırılışını hiçbir zaman kabullenmiyor ve affetmiordu.

Birkaç ay sonra Caner'in anne ve babası için yaptırdığı daire bittiği zaman taşınma hazırlıkları da başlayacaktı. Defne'nin sevincine, mutluluğuna diyecek yoktu. Adeta ayakları yere basmıyordu. Kayınvalidesinin eşyalarını kolilerken onların gidişi ile üç kişilik yuvasına kavuşabilme hayali kuruyordu.

Gelinin mutluluk sebebini hemen anlayan Nurten Hanım, zafer kazanmış komutan edasıyla;

-Gelin hanım boşuna sevinme, ikinci kat daireyi de size tuttu oğlum. Hadi git şimdi kendi eşyalarını hazırla, dediği an Defne koca bir kaya başına düşmüş gibi hissetti.

Nurten Hanım'ın evinden çıkıp kendi evine giderken gözlerinden yaşlar değil seller akıyordu. Mümkün olabilecek tek fırsat, tek bir şansı vardı ama bire dört kişi hiç de adil değildi. Nasıl baş edebilir, nasıl mücadele edebilirdi ki, kocası bile ona hak vermişti.

***

Okul yıllarında fark edebildiği ve nefretle reddettiği, asla işim olamaz diye büyük konuşarak başına getirdiği bencil insanlar topluluğu şimdi tam karşısında duruyorlardı. Benim hayatım, benim isteklerim, benim söylediklerim, benim beklentilerim demekten başlarını kaldırıp da yok etmek üzere oldukları Defne'nin hayatına, isteklerine, sözlerine bakmıyorlardı bile. Caner'in evli olan arkadaşlarına, genç komşularına, çevrelerindeki mutlu, kendi evlerinde yuva huzuru yaşayan insanlara baktıkça hayatı boyunca hiç tanımadığı, bilmediği bir duygu ile kıskançlık hissediyordu. Çok ama çok kıskanıyordu. Hayalinde bile canlandıramadığı mutlu yuva özlemini acaba imreniyor muyum, gıpta mı ediyorum diyerek bertaraf etmeye çalışıyordu. Ama malasef hayatında ilk kez başkalarına ait hayatlara bakarak kıskançlığın ne demek olduğunu öğrenmiş oldu. İnsanın iki göğsünün arasında dayanılmaz bir ağrı olarak hissettiği, şakaklarının hızlı hızlı attığı, nefes aralıklarının hızlandığı korkunç bir duyguydu. "Ne günah işledim de hasret bırakıldım mutluluğa?" diyerek boyun eğiyordu çaresizce.

Artık annesine derdini anlatamıyordu alacağı cevabı bildiği için. Ablalarına ve canı eniştesi Semai'ye de anlatamıyordu, yüzü yoktu. "Biz seni geri götürecektik, senin tercihindi" demelerinden korktuğu için ağabeyini hiç düşünemiyordu bile çünkü onunla Caner çok sıkı dostlardı. Ağabeyi Caner hakkında asla olumsuz konuşmaz, konuşulduğu zaman da direk Caner'den yana olarak Defne'nin ezberini bozardı, "Bu adam benim ağabeyim mi Caner'in ağabeyi mi?" diye...

Defne koli hazırlamak için hiçbir girişimde bulunmadan saatlerce evinde oturdu, bebeğini doyurup uyuttuğu için kayınvalidesi göndermemişti zaten torununu. "Son bir çare," diyordu. "Bu benim son çarem, gitmek istemiyorum evimden." Çok kararlı ve kendinden emin bir şekilde tekrar Nurten Hanım'ın evine gitti artık açık açık konuşacaktı;

ÖBÜR EV  TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin