"ben, um, pardon." tanıdık sesi duyduğumda gözlerimi açtım.
gerçekten oydu.
jungkook'u ittim.
orada duruyordu,
sarı saç,
zayıf fizik,
müthiş görünüyordu.
onu en son çatıda göreli üç hafta olmuştu.
gözleri kapkaranlıktı. "pardon, şeyinizi durdurmak istemedim- ah... öpüşmenizi."
canının acıdığı çok açıktı.
ilk başta empati beni boğuyordu,
ama ayrıca hoşuma da gitti.
bir kereliğine acının diğer tarafında olmak güzeldi.
"ikiniz bir yere girmelisiniz, jimin çabuk hasta oluyor." herhangi bir göz teması kurmayı reddederek,
yere baktı.
"doğru." jungkook elimi tuttu ve yürümeye başladı.
konuşamıyordum bile.
"neden yaptın bunu?"
elimi tutarken omuz silkti.
"onu görmeni istemedim, canını acıtacaktı."
derin bir nefes aldım.
"evet, ama benim iyiliğime karar vermek zorunda değilsin, jungkook."
neredeyse boş olan bir kahve dükkanına girdik ve oturduk.
"öyle bir şey yapmıyordum. kendi iyiliğimi düşünüyordum; seni üzgün görmekten hoşlanmıyorum, beni kötü bir ruh haline sokuyor."
ellerime bakarak dudağımı ısırdım.
son zamanlarda onun yanındayken sürekli bunu yapıyordum.