"Benim dertleşebileceğim kimsem yok." diye başlamıştı söze, içeri girip salondaki koltuğa oturduğumuzda. "Gerçi genel olarak kimsem yok." deyip acılı bir gülüş serpiştirdikten sonra, "Sahip olduğum tek ailem, dostum Hye Jin'di. Her şeyimdi. O da beni böyle bırakıp gitti." diye devam etmişti.
Ağzını her açışında odaya alkol kokusu doluyordu. Buna rağmen sarhoş değildi. Ama sarhoş olsa bile bana gelmesi mantıklı gelmiyordu. Aklıma gelen tek mantıklı açıklamayı doğrulamak için, "Anahtarını mı unuttun ya da kaybettin?" diye sordum.
Halının üzerindeki sos lekesinden gözlerini ayırmadan kafasını olumsuz anlamda sallayınca şaşırmıştım. "O zaman neden-" diye başlamıştım ki, "Dedim ya anlatacak kimsem yok, ama sen olayı çok az da olsa biliyorsun ve senden çok bilen yok. Nedeni bu. Bu konuyu senden başkasıyla konuşamam." sözleriyle lafımı kesti.
Kafamda biriken soruları sonraya bırakıp onun derdini paylaşmaya karar verdim. "İçecek bir şey ister misin?" diye sorduğumda aslında ona seni dinleyeceğim mesajını vermiştim. O da bu ortama en çok uyacak içecek olarak soju istemişti.
Dolaptan iki şişe soju aldıktan sonra kül tablasını ve iki bardağı tepsiye koyup içeri geçtim. Bu arada No Eul'a büyük borçlanmıştım. Çünkü gitmeden önce salonumu biraz olsun toplamıştı.
"Sigara kullanıyor musun bilmiyorum ama rahatsız olmazsan ben içeceğim." dedim yeni aldığım paketi ortaya koyarak. Bu, kendi evimde ondan izin istediğim için salak gibi hissetmeme neden olsa da sormuştum bir kere. Neyseki, "Sanırım ben de içeceğim." demişti. Bardakları doldurup birini ona uzattığımda teşekkür etti ve anlatmaya başladı en başından.
"Hye Jin ile üç yıl önce hastanede tanışmıştık. Babamı ve kardeşimi kaybettiğim kazadan, annem ağır yaralı olarak kurtulmuştu ve hastaneye kaldırılmıştı. Ama durumu oldukça ciddiydi. Bir dizi ameliyata girdi falan.
Annemin durumu iyiye gitmiyordu ve kendimi berbat hissediyordum. Yalnız kalmaktan ölümüne korkuyordum. Babam ve kardeşim zaten ölmüştü. Canımdan çok sevdiğim kadının da makineler sayesinde nefes aldığını bilmek acıma acı katıyordu. Günlerce hastanede kaldığımda, gıda zehirlenmesi yüzünden orada olan Hye Jin bana destek olmuştu.
Babamın ve kardeşimin cenaze törenindeyken Hye Jin aramıştı. O sırada taziye dileklerini kabul ettiğim için cevap verememiştim telefona. Misafirler yemek faslına geçtiğinde dönebilmiştim aramasına. Ve o aramada annemi de kaybettiğimi duymuştum Hye Jin'den.
Dünyam başıma yıkılmıştı. Cenaze sahibi olarak babamın kuzenini orada bırakıp hastaneye koştum. Doktor ellerinden geleni yaptıklarını, ama başaramadıklarını ve üzgün olduğunu söyledi.
Bacaklarım artık beni taşıyamayacak durumdaydı ama düşmemek için direniyordum. Çünkü biliyordum ki, düşersem kalkamazdım. Düştüğüm zaman beni kaldırmak için uğraşacak kimse kalmamıştı bu dünyada.
Ben bunları düşünüp, ağlamamak için kendimle savaş verirken, O, açtığı kollarını boynuma dolayıp sarılmıştı sıkıca. 'Ben yanındayım.' diye teselli ederken beni, gözyaşlarım akacak bir omuz bulduğu için kendini bırakmıştı.
O günden sonra da sahip olduğum her şey o olmuştu. Arkadaş, anne, abla, sevgili... Bana sadece o yetiyordu. Bu sebepten dolayı arkadaş edinmeye hiç gerek duymamıştım. Onunla birlikte yeniden başlayabildim.
Ailesi beni istemiyordu sırf ondan iki yaş küçüğüm diye. O buna rağmen benim evlilik teklifimi kabul etmişti. Ailesi sorun çıkarmasın diye yüzüğü parmağına takamasa da hep boynunda taşıyordu ve onları ikna etmeye çalışacağını söylüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanfictionBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."