"Anne, Cheon Sa'nın kapımın önünde neden durduğunu biliyor musun acaba?"
"Aaa! Doğru. Sana söylemeyi unuttum. Cheon Sa'nın kaldığı yurtta sorun çıkmış. Daha doğrusu Cheon Sa kavga başlattığı için uzaklaştırma almış. Ben de sende kalabileceğini söyledim."
"Sağol anne!"
Telefonu annemin suratına kapattıktan sonra bir kez daha baktım gözetleme deliğinden. O sırada zile yedinci kez bastı. Derin bir nefes alıp yüzüme memnun bir gülümseme tutuşturduktan sonra açtım kapıyı.
"Hoşg-" diye lafa başlamıştım ki, "Kaç saattir kapıdayım. Ağaç oldum resmen." deyip eşyalarıyla beraber içeriye geçti. Şaşkınlıktan açılan ağzımı kapatmayı başardıktan sonra arkasından salona ilerledim.
Salonun ortasında dikiliyordu. Beni görünce, "Hangi oda benim?" diye sordu. Min Soo'nun odasını kullanabileceğini düşünüp Cheon Sa'ya beni takip etmesini söyledim.
Odanın kapısını açtığımda, "Bu yatak tek kişilik." dedi. "Ve sen de tek kişisin." diye karşılık verdiğimde gözlerini devirip yan taraftaki hali hazırda kapısı açık olan odama gidip, "Sen de tek kişisin ama yatağın çift kişilik." dedi. Şimdiden sinirimi bozmaya başlamıştı.
Derin bir nefes daha alıp, "Evet, çünkü ben ev sahibiyim." dedim. Kollarını göğsünde birleştirip tek ayağının ucuyla yeri döverken, "Ev sahibi olarak çok misafirperver davranacağını ve odanı bana vereceğini umuyorum." karşılığını verdi.
"Çok beklersin." deyip onu kalacağı odaya sürükledim. Bu süreçte cazgır cazgır bağırdı. Sonunda bıraktığımda, "Kavga mı istiyorsun?" deyip ellerini belinin iki yanına koymuştu.
"Bana bak Cheon Sa, sevgilimden ayrıldım ve sataşacak yer arıyorum. Seni evire çevire dövmemi istemiyorsan sus ve gösterdiğim odaya yerleş. Yoksa halamı ararım ve seni buradan gönderirim." dedim işaret parmağımı suratına doğru sallarken. "Sevgilin mi vardı? Hayret!" deyip Min Soo'nun odasına geçti.
Bir insan ismine bu kadar zıt olabilirdi. Adını duyunca melek olmasını beklerdiniz ama o şeytana bile pabucunu ters giydirebilirdi. Defalarca halama, "İsmini Sa Tan olarak değiştirin." diye öneride bulunsam da ana yüreği, onu savunmaya itmişti.
Sakinleşmek için enstürman odasına gidip piyano çalmaya başladım. Bir haftadır günümün yarısını böyle geçiriyordum zaten. Cheon Sa'nın da gelişiyle uyku ve yemek haricinde buradan çıkmayakmışım gibi hissediyordum.
Tekrar kapı çaldığında umursamamaya karar verdim. Her kimse çalar çalar gider diye düşünmüştüm ki Se Hun'un sesi evi doldurdu.
"Noona, ben geldim."
Odadan çıkıp, "Nasıl girdin?" diye sordum. Kısa bir afallamanın sonunda, "Biri açtı kapıyı ama konuşmadan içeri gitti." dedi. Ne güzel unutmuştum Cheon Sa'yı.
Odağımı Se Hun'a çevirip, "Neden geldin?" diye sordum. Elini ensesine götürüp biraz kaşıdıktan sonra, "Hyung nasıl olduğunu merak ettiği için beni gönderdi." dedi.
"Hangi hyung Se Hun?" diye sordum bu kez. Dişlerimi sıktığım için biraz korkmuş görünüyordu. "Jun Myeon hyung." diye tekleyerek cevap verdi. Derin bir nefes aldıktan sonra, "Dün de Jong Dae merak etmişti. Ondan önceki gün Chan Yeol ve önceki gün Baek Hyun. Yarın kim var sırada Jong In mi?" dedim.
Ben söylerken parmaklarıyla sayıyordu. Biraz duraksadıktan sonra, "Yarın benim sıram." deyince koluna yumruğu geçirmiştim.
"Seni gönderip duran hyunguna söyle, bu gidişle taşınacağım buradan ve nerede olduğumu bilemeyeceksiniz." dedim sinirle. Hemen ellerini yüzümün önünde sallayıp, "Olmaz öyle şey. Özleriz biz seni." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
Fiksi PenggemarBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."