"Cheon Sa! Seni- öldüreceğim!" diye bağırdıktan sonra acıyla bir kez daha inledim. Sinirli olmasaydım acıdan çoktan bayılırdım.
Derin derin nefes aldıktan sonra ayağa kalkmaya çalışırken bacağıma ve kalçama giren ağrı yeniden inlememe ve ağlamaya başlamama sebep olmuştu.
Cheon Sa banyodan saçları sabunlu bir şekilde üstüne geçirdiği bornozla çıkıp koşarak yanıma geldi. Beni o şekilde görünce, "Ne oldu? İyi misin?" diye telaşla sordu.
Konuşacak halim olmadığı için az önce üstüne bastığım için biraz ileride duran kaykayı gösterdim. Endişeli bir şekilde, "Ayağa kalkamıyor musun?" diye sordu bu kez. "Kalkabilseydim çoktan kalkardım aptal!" diye bağırdım bu sefer ve arkasından inlemem gecikmedi.
Yanıma taşınmasının ardından sadece bir hafta geçmesine rağmen alışmıştık aslında birbirimize. O beni sinir etmiyordu hatta bazen saygılı bile davranıyordu. Tek sıkıntı, o da ben gibi dağınıktı. Yani baba tarafımdan geliyordu bu özellik anladığım kadarıyla. Sevmeye başlamıştım Cheon Sa'yı ama onun yüzünden bu hale gelince emin de olamıyordum.
Ben bir yandan ağlayıp bir yandan bunları düşünürken, "Ne yapacağız şimdi? Hastaneye gitmen lazım. Ben taşıyamam ki seni." dedi. Korkmuştu ve kendisini suçlu hissediyordu. Sesinden anlaşılıyordu bu.
"Telefonumu getir. Patronu arayacağım." dedim. Hemen odaya gidip telefonumu getirdi ve elime tutuşturdu. Rehberden adını bulup aradım. Üçüncü çalışta cevap verdi.
"Alo?"
"Patron..."
"Yanlış aradın galiba. Yi Xing değilim ben."Jun Myeon sözleşmeyi imzaladığım ve Destiny'den tamamen ayrıldığım için trip atıyordu ama şu anda gerçekten daha ciddi bir sorunum vardı. Cevap vereceğim sırada bir hıçkırık kaçtı ağzımdan.
"Bir saniye sen ağlıyor musun? Ne oldu Min Seon?" diye sorduğunda ağlamaya devam ederek, "Jun Myeon, bacağım çok kötü. Hastaneye gitmem lazım ama ayağa kalkamıyorum." dedim.
Sandalyenin sürtünme sebebiyle çıkarttığı sesten ayağa kalktığını anlamıştım. "Tamam, geliyorum hemen." dedi ve telefonu kapattı. Ben de Cheon Sa'ya dönüp, "Jun Myeon geliyor. Sen de başını yıka bir şeyler giyin." dedim ve ardından gidişini izledim.
Yaklaşık beş dakika sonra kapı çaldığında, Cheon Sa üzerini giyinmişti bile. Kapıyı açtıktan sonra arkasında Se Hun ve Chan Yeol ile yanıma geldi.
Se Hun beni kucağına alırken, "Neden ikiniz birden geldiniz?" diye sordum. Ben sadece Jun Myeon'u bekliyordum. Chan Yeol, "Arabayı ben kullanacağım. Aslında yalnız da gelebilirdim ama Se Hun da gelmek istedi." dedi.
Se Hun'un boynuna kollarımı dolarken yüzüne nedenini sorgularcasına baktım. O da anlamıştı ki, "İki, birden iyidir noona." dedi.
Tabiki yememiştim. Bu çocuk yalan söylemeyi beceremiyordu. Her gün geldiği için Cheon Sa ile muhabbeti ilerletmişti ve ben artık birbirlerinden hoşlandıklarını düşünüyordum. Cheon Sa da güya çaktırmadan ağzımı arıyordu Se Hun ile ilgili.
Se Hun'un kollarında evden çıkarken Cheon Sa'ya anahtarı ve çantamı almasını hatırlattım. Chan Yeol önümüzden gidiyor ve kapıları açıyordu. Se Hun beni arka koltuğa oturttuktan sonra öne, Chan Yeol'un yanındaki koltuğa oturdu.
Cheon Sa geldiğinde arabada yer kalmadığını görünce büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Chan Yeol, "Se Hun, sen in ve kafeye geç. Cheon Sa, sen de öne otur." dedi. Se Hun ise hemen, "Biz öne Cheon Sa ile birlikte otururuz. İkimiz de zayıfız ne de olsa." deyip, onaylatmak için, "Değil mi Cheon Sa?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanfictionBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."