"Min Seon, cevap verecek misin artık?"
"Seni seviyorum."
"Konumuz bu değil."Bahsettiği konu her neyse; aramızda daha uzun bir mesafe olduğunda konuşmayı denemeliydi. Zira beynim, bana bu kadar yakın olduğu zaman çalışmıyordu.
Gözlerimden durumumu anlamış olacak ki, beni doğrultup bir adım geri gitti. Beynimin çarklarının döndüğünü hissedebilince, "Konumuz neydi?" diye sordum. Kollarını göğsünde birleştirip, "Kimdi o?" dedi.
Kimden bahsettiğini anlamam için geçen birkaç saniyenin sonunda, "Ahh! O mu? Dün Fairy Tale'e gelen müşterilerden biri." diye cevap verdim. Min Seok derin bir nefes alıp verdikten sonra, "Pekala, dün Fairy Tale'e gelen müşterinin, bugün burada, senin yanında ne işi var?" sorusunu yöneltti.
Telefonumu cebinden çıkartıp gösterirken, "Telefonumu getirmiş." dedim. Bağırmamak için kendisini zor tutuyor gibi görünüyordu ve az önce yıldızları gördüğüm gözleri, şimdi alevler saçıyordu. Korkmaya başlamıştım açıkçası çünkü onu ilk defa böyle görüyordum.
Her kelimenin üstünde tek tek durarak, "Telefonunun onda olma sebebi nedir peki?" dedi. Sesim yavaş yavaş içime kaçarken, "Dün arabasında düşürmüşüm." cevabını verdim.
Gözlerini iki saniye kapatıp yeni bir derin nefes aldıktan sonra açtı ve bu sefer kendini tutamayıp, "Senin onun arabasında ne işin vardı?" diye bağırdı. Müşteriler bize bakınca, Jun Myeon gelip ikimizin de kolundan tutarak, "Dışarda mı halletseniz acaba?" dedikten sonra kapıya doğru yönlendirdi bizi.
Min Seok ona, "Özür dilerim." dedi ve beni elimden tutup dışarıya çıkarttı. O, yeterince sakin olduğunu düşündüğü bir yerde duruncaya kadar, korkarak onunla yürümüştüm. Benim tatlı Min Seok'um içinde bir barut fıçısı barındırıyormuş meğer.
Durduktan sonra elimi bırakıp, "Evet, cevabını bekliyorum." dedi. Bu sefer derin nefes alan ben olmuştum. Dün Yi Xing benimle piyano çaldıktan sonra onun eski sevgilisinin üzerime şarap döktüğünü, Yi Xing'in özür mahiyetinde beni eve bıraktığını, o sırada düşürdüğümü ve Ye Won'un aramasını cevapladığında burada olduğumu öğrendiğini anlattım.
Burun kemerini sıkarak dinlemişti beni. Konuşmam bittikten sonra dudaklarımı ısırarak onun vereceği tepkiyi beklemeye başladım ben de. Yıllar uzunluğunda geçen bir sürenin sonunda, "Min Seon, bir yabancının arabasına binmen, onun senin evini öğrenmesi, daha sonra buraya gelmesi ve seninle samimi bir sohbete girmesi... Hangisine sinirleneyim bilemiyorum ve bu hepsine birden sinirlenmeme sebep oluyor." dedi.
Sesi korkutucu şekilde sakin çıkıyordu. Fırtına öncesi sessizlik gibi. Ağzımı açmadan beklemeye devam ettim. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Empati kurduğum zaman haklı olduğunu kavramıştım çoktan. Ben olsam daha fazla tepki verirdim.
Ben bir şey söylemeyince, "O herif, bir daha buraya gelmeyecek." dedi. Bunun mantıksızlığını dile getirmek için, "İyi de burası herkese açık bir kahve dükkanı. Müşteri olarak gelirse kovamam değil mi? Hem ona gelmemesini söyleyebileceğim bir ilişkimiz yok." diye fikrimi söyledim. O da hemen, "Olmasın zaten! Ben ve iş arkadaşların dışında hiçbir erkekle bir ilişkin olmasın. Hatta Fairy Tale'dekilerle bile çok sınırlı olsun. Bizimkileri tanıdığım için buradakilere karışmıyorum." dedi. Biraz abartıyor muydu? Yoksa bana mı öyle geliyordu?
"Tamam. Sakin ol. Durum zaten dediğin gibi. Aksinin olmamasına özen göstereceğim." dedim. Ters bir cevap verirsem beni parçalayacak gibi hissediyordum. Gözlerine baktığımda, alevin küçüldüğünü gördüm ve bundan cesaret alarak, "Özür dilerim, hata ettim. Daha dikkatli olacağım. Ancak sen de bana biraz güvensen olmaz mı?" dedim yanına gidip ellerini tutup gözlerine baktıktan sonra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanficBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."