"Min Seok, n'olur aç kapıyı. Beni yanlış anladın. Aç kapıyı anlatayım lütfen. Min Seok, lütfen."
Yarım saattir Min Seok'un dairesinin önünde kapıyı açması için yalvarıyordum ama değil kapıyı açmak, cevap bile vermiyordu. Ona Amerika'ya gideceğimi söyleyerek büyük bir hata yapmıştım. Ama dinlemeden, anlamadan böyle bıçak gibi kesemezdi her şeyi. İzin veremezdim buna.
Hem ziline basıyor, hem kapıyı yumrukluyor, hem açması için yalvarıyor, hem de ağlıyordum. Bir saati kapısının önünde bu şekilde geçirdikten sonra enerjimin tükendiğini hissedebiliyordum. Ayakta duracak halim kalmamıştı. Ben de sırtımı duvara yaslayıp başımı dizlerimin üstüne koyarak ağlamaya devam ettim. Arada ismini tekrar etmekten de geri durmamıştım.
Ne kadar süre öyle durduğumu bilmiyorum. Sanırım uyuyakalmışım. Yoksa gözlerimi Min Seok'un koltuğunda açmamın başka açıklaması olamaz.
Etrafıma bakındığımda Min Seok'u göremeyince doğrulmaya çalıştım ama başıma inanılmaz bir ağrı saplanınca, bu iş planladığımdan uzun sürdü. Bir süre sonra Min Seok elinde tepsiyle salona girdi. Beni oturmuş görünce, "Sonunda kendine geldin. Biraz daha bilinçsizce yatmaya devam etseydin, seni hastaneye götürecektim." dedi. Hastane derken?
Yüzüne boş boş bakınca tepsiyi uzatıp, "Sana lapa yaptım. Biraz toparlanmanı sağlar." diye devam etti. Niye hastaymışım gibi davranıyordu? "Sen iyi misin? Bana neden hastaymışım gibi davranıyorsun?" diye aklımdaki soruyu sordum sonunda.
Eline aldığı kaşığı lapa ile doldurup bana yedirmeye çalışırken, "Hastasın çünkü. Kaç saattir ateşini düşürmeye çalışıyorum haberin var mı?" diye sordu. Saat kaçtı ki?
Bana uzattığı kaşığı elimle biraz uzaklaştırdıktan sonra, "Ne oldu? Baştan anlatır mısın?" diye sordum bu kez. "Lapanı yersen anlatacağım, söz." cevabını verdi ve az önce uzaklaştırdığım kaşığı ağzıma soktu. Ben, onun verdiğini yutmaya çalışırken o, bir kaşığı daha doldurdu. Anlatması için beklentiyle gözlerine bakıyordum. O da bunu fark etmiş olacak ki başladı.
"Hastaneye gitmek zorunda kaldım senden ayrıldıktan sonra. Telefonu dün şarja takmayı unutmuşum. Jong Dae'yi bile hastanedeki birinden arayabildim.
Geldiğimde kapının önünde uyuyordun. Yani ben uyuduğunu düşündüm. Uyandırmak için dokunduğumda ateşin olduğunu fark ettim ve seni içeriye taşıdım. Üç saattir de ateşini düşürmeye çalışıyorum. Neyseki kendine geldin. Endişelenmeye başlamıştım."
"Sen neden hastaneye gittin?" diye sordum sustuğunda. Bu soruma sinirlenip, "Min Seon, önce kendinle ilgilenmen gerekmez mi? Sana en az üç saattir yanıyorsun diyorum ve sen benim için mi endişeleniyorsun?" diye sesini biraz yükselterek, soruyla karşılık vermişti. Bu da yeniden ağlamama sebep olmuştu.
"Ben seni önemsiyorum Min Seok. Niye anlamıyorsun beni?" dedim hıçkırıklarım arasından. Ağlamamı beklemiyor olacak ki önce kalakaldı öyle. Sonra kucağıma koyduğu tepsiyi yere indirerek daha da yaklaştı bana.
Yüzümü ellerinin arasına alıp gözlerime bakarak, "Özür dilerim, özür dilerim." diye mırıldanmaya başladı. Gözyaşlarım onun elini ıslatıyordu ve onun için ağlıyorken bile beni teselli edenin o olması hoşuma gidiyordu. Bu da daha çok ağlamama neden oluyordu.
Sonunda dayanamayıp sıkıca sarıldı. "Ben iyiyim. Merak edilecek bir şey yok. Sadece yürürken araba hafifçe çarptı. Çok yavaştı gerçekten. Sadece bacağımda morarma var biraz, o kadar. Hastaneye gitmeme gerek olmadığını, iyi olduğumu söyledim ama, arabayı süren kadın ısrar etti. Genel bir tarama yaptılar sadece. Gerçekten iyiyim. Haydi sen de iyi ol." diye başından geçenleri anlattı. Söyledikleriyle biraz olsun rahatlamıştım. Artık ağlamıyordum ama onun serin kollarından ayrılmak istemediğim için, beline sardığım kollarımı gevşetmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanficBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."