Hye Jin, ilk aşkım, her şeyim olan kadın...
Beni arkasında çaresizce bırakıp gitmeyi tercih ettiğini, saçma bir şekilde, tanımadığım bir kadın sayesinde öğrendiğimden beri avare avare dolaşıyordum. Geleceğe dair olan tüm umutlarımın, her geçen saniye kaybolması ise beni derin bir çıkmaza sokuyordu.
Tüm hayatımı onunla olmak üzere planlamıştım. Ailesi her ne kadar onaylamasa da onları ikna etmenin bir yolunu bulup evlenecektik. Çocuklarımız olacaktı. Birlikte gitmediğimiz yerlere gidip daha önce deneyimlemediğimiz şeyleri yapacaktık.
Ailem öldüğünden beri yanımda olmasını istediğim tek kişiydi o. Canınızdan birer parça olarak gördüğünüz kişileri bir anda kaybettiğinizde, bu acıyı daha sonra tekrar yaşamamak için kimseyi sevmemeye, çevrenize birilerini dahil etmemeye hatta olan çevrenizden de kaçmaya çalışırdınız. Yani en azından ben öyle yapmıştım.
Sadece Hye Jin vardı. Yanımda olmak istediğini söylediği için ve o an birine gerçekten ihtiyacım olduğu için kendime söz vermiştim: ikinci bir kişi daha olmayacak! Onun sayesinde ihtiyaç da duymamıştım başkasına çünkü o ihtiyacım olan her şey olabiliyordu.
Şu üç yılda öylesine alışmıştım ki ona, bir kez daha kimsesiz kalmış olmanın acısını kalbimin en derininde hissediyordum. Kimle film izleyecektim, kimle alışveriş yapacaktım, kimle ağlayıp kimle gülecektim, derdimi kime anlatacaktım hiçbir fikrim yoktu.
Bu düşünceler beynimde dolaşırken yaklaşık beş saattir yürüdüğümü fark etmiştim. Kesinlikle fiziksel olarak yorulmamıştım ama anılarımız ve bundan sonra ne olacağı düşüncesi zihinsel olarak çökmeme neden olmuştu.
Nerede olduğuma baktığımda daha önce hiç görmediğim bir yerde olduğumu anlamam, içimde biraz olsun endişeye sebep olmadı. Çünkü endişe kapasitemi Hye Jin'siz nasıl yaşayacağım konusunda kafa patlatırken çoktan doldurmuştum.
Yürümeye devam ederken gözüme takılan bir mekana girmeye karar verdim. Sarhoş olmayacağımı bilsem de deli gibi içmek istiyordum.
Belki de aradığım şey sarhoş olmak değildi. Derdimi biraz da olsa bardaklara döküp azaltmak istiyordum. İçimde kaldıkça beni daraltıyor, yaşama sevincimi her saniye biraz daha azaltıyordu.
Girdiğim mekanın içerisi hafif meşrep insanlarla doluydu ve hepsinin de kadehlerini tokuşturdukları birileri vardı. Tek başına kalan sanki bir bendim.
Bir nevi dünyanın fragmanıydı sanki mekandaki insanlar. Yalnız hissetmemek için iki şişe soju ve iki tane bardak istedim. Bardakları doldurup birbirine vuruyor, sırayla içiyordum. Hye Jin'in mektubunu defalarca okurken, sojular bittikçe yenisini istiyordum.
Her boş şişe masamdan ayrılırken hayatımdan çıkan insanları anımsatıyordu bana. Benim istediğim bu değildi. Ben kalıcı bir şeyler yapmak istiyordum. Ömrüme ortak olsun, beraber tükenelim istiyordum.
Garsondan ricam üzerine boşları almıyordu artık. Ben ise şişeleri masada nereye sığdıracağıma bakıyordum.
Aradığım bu da değildi. Etrafımda içi boşaltılmış, anlamsız bir kalabalık olsun istemiyordum. Sevgilimin yeri dolmazdı biliyorum ama onun yarattığı büyük boşluğu az da olsa kapatmak istiyordum. Boş şişelere son defa bakarak onlarla vedalaşıp evin yolunu tuttum. Yolda gördüğüm bir çöpe de Hye Jin'den gelen kutuyu ve mektubu attım.
•
Binanın önüne geldiğimde, dairemde beni bekleyen yalnızlığa hazır değildim. Üç yıldır yalnız yaşıyor olsam da şu anki yalnızlığımla o eve girmek istemiyordum ama saat geç olmuş, sokaklar da hayatım kadar boşalmıştı. Artık inziva vaktiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanfictionBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."