ㄴ4ㄱ

2.6K 176 373
                                    

"Min Seok yapmasak mı ki? Çok korkuyorum. Ya acırsa? Hem beni kan tutar."

"Min Seon saçmalama. Kendini kasarsan acır tabi. Rahat bırak kendini hemen halledeceğim. Sonra rahatlayacaksın emin ol. Daha önce defalarca yaptım bunu merak etme."

"Ya ama çok büyük görünüyor ve..."

Min Seok yüzüme kaşlarını çatarak bakınca cümlemi tamamlayamamıştım. Alt dudağımı sarkıtıp kaderimi kabullendim ve ip doladığımız baş parmağımı ona uzattım. Gözlerimi sımsıkı kapatmamışım gibi bir de diğer tarafa dönmüştüm.

Hazımsızlık çekiyordum ve Min Seok bir iğneyle hallolacağı konusunda garanti vermişti. Kabul etsem bile korkumu yenemiyordum.

Siz ne sandınız ki?

"Ahhh! Acıdı acıdı!" diye bağırdığımda, "Saçmalama iğneyi batırmadım bile. Kasma kendini diyorum. Hadi n'olur bak kaç dakikadır halledemedik şu işi. Kangren olup, parmağını kesmelerini mi istiyorsun!?" diye bıkkın ve sitemkar bir şekilde cevap vermişti.

Parmağıma baktığımda gerçekten morardığını gördüm. Hemen ikna olup, "Tamam tamam, batır hadi. Parmağımı keserlerse piyano çalamam. Canım baş parmağım." deyip gözümü kapattım ve kendimi mümkün olabildiğince serbest bırakıp diğer elimi ısırdım.

Min Seok iğneyi batırdığında ufacık inleme çıkmıştı ağzımdan. Buna şaşırıp, "Bitti mi?" diye sordum. Gözlerini devirip, "Ne bekliyordun?" diye karşılık verdi. İpi çözüp kanı pamukla silerken, öğüt vermeyi de -tabiki- ihmal etmedi. "Bir daha bu kadar çok yeme. No Eul'a da söyleyeceğim, senin gazına gelip fazla fazla yapmasın yemekleri."

İçimden, "Tamam baba." deyip burun kıvırdıktan sonra dışımdan, "Teşekkür ederim. Umarım işe yarar." dedim. 'Şüphen mi var?' bakışı atıp, "Hadi git artık. Uykum var benim." dedi ve beni evinden kovdu.

Tanıştıktan sadece bir ay sonra böyle yakın olmak, bana bile garip geliyordu. Size kısa bir özet geçeyim aradaki süreyi.

O mektubu okuduktan sonra oturup gün boyunca, gece ne olduğunu düşündüm. Bazı sahneleri hatırlıyordum ama parça parçaydı. Ve hatırladıkça kendime küfrediyordum.

Mesela bir ara Min Seok'un kafasını zorla omzuma yaslayıp "Utanma ağla hadi. Söz kimseye söylemem." diye bayağı ısrar etmişim ve çocuğun kafasını çekmesine izin vermemişim.

Sonra Hye Jin'e ana avrat düz gitmişim. Min Seok ağzımı kapatmaya çalışırken ben sesimi artırmaya uğraşıyormuşum. Korkarım elini de ısırmışım...

Hatırladığım son şeyse "Bak sana ne göstereceğim. Gel hadi, gel." diye elinden tutup sürükleyerek enstürmanların olduğu odaya götürmüşüm ve ona piyano çalmışım.

Bundan başka bir şey hatırlayamadım. Ne zaman, nereye kustuğumu, odaya nasıl gittiğimi ve başka neler olduğunu bilmiyordum.

Onu ertesi gün, öğle arasında kızlarla kahve içmeye Destiny'e gittiğimizde görmüştüm. Beni görünce sırıtmıştı. Bense utanıp, deve kuşu gibi kafamı saçlarımın arasına gömmüştüm. Sipariş almak için masamıza geldiğinde, diğerlerine ne istediklerini sormuştu ama bana sormamıştı. Ben de söylememiştim çünkü alınmıştım.

Daha sonra dört kahve getirip, birini benim önüme koymuştu. Başımı kaldırıp şaşkınca bakınca, "En pahalısından getirdim. Dün gelmediğin için üç katını ödeyeceksin." dedikten sonra gitmişti. Ve gerçekten en pahalı kahvenin üç katını ödemiştim. Resmen evlat acısı...

The Pianist || XIUMINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin