"Hey, burası harika dekore edilmiş."
"İç mimarı her kimse işini oldukça ciddiye almış belli ki."
"Açıkçası, biz de beklemiyorduk böyle bir ortamı."Chan Yeol, Jong Dae ve No Eul'ın salona ilk girdiğimizdeki tepkileri bu olmuştu. Geri kalanlarımız ise hayranlıkla etrafı süzüyordu. Yemeğin, özellikle İngiliz kraliyeti temalı balo ve törenler için de hazırlanmış salonu bulunan bir mekanda olacağını duymuştuk konuşulurken ama hiç internetten incelememiştik nasıl bir yer olduğunu.
Giriş kapısında bildiğiniz kırmızı halı seramonisi yapılmıştı ve salona girmeden önce, saray avlusu gibi döşenmiş bir yerde fotoğraf çekilmişti. Sonra ise hizmetkarlar refakatinde salona yönlendirilmiştik.
Taş duvarla çevrelenmiş altıgen salonda ise sekizer kişilik, tamamen ahşap ve retro görünümlü yuvarlak masalar vardı ve etraflarındaki sandalyeler, yüksek başlıklı ve kırmızı kadife döşemeliydi. Kırmızı kadifenin üstüne gold renkli işlemeler işlenmişti. Tepeden sarkan gösterişli avizelerde, ışık kaynağı olarak mum görünümlü ampüller kullanılmıştı. Ancak ortam kesinlikle loş değildi.
Enstürmanlar ise bir duvarın önüne yerleştirilmişti. Kendimi tutamayıp harika görünen piyanonun yanına gittim ve çok kırılgan bir şeymiş gibi yavaşça dokunup okşadım. Verdiği his muhteşemdi. Hemen tuşların üzerindeki kapağı kaldırıp rastgele bir tuşa bastım. Çıkan ses kendimden geçmeme neden olmuştu. Bugün bu piyanonun hakkını verip, en iyi performansımı sergilemek zorunda hissediyordum kendimi. Bu şahesere saygımı ancak bu şekilde gösterebilirdim.
Piyanonun kapağını kapattıktan sonra, salonu incelemeye devam ettim. Üç şömine, birer duvar aralıklarla yerleştirilmişti ancak haziran ayında olduğumuz için yanmıyorlardı. Zemin ise bej bir mermerle kaplıydı ve mermerin üzerinde ortama yaraşır desenler vardı. Dans edilebilmesi için tam ortada geniş, yuvarlak bir alan boş bırakılmıştı.
Dans olayı aklıma gelene kadar Min Seok da dahil çevredeki herkesi sildiğimi fark ettim. Kendime geldiğimde ilk olarak Min Seok aklıma gelmiş olsada, bu süre içinde onu unutmuş olmam kötü hissetmeme sebep olmuştu. Etrafı yeterince incelediğimi düşünüp diğerlerinin çoktan oturduğu masaya yöneldim.
Diğerleri de ya fotoğraf çekiyor, ya etrafı inceliyor, ya da kendi aralarında konuşuyorlardı. Ancak Min Seok görünürlerde yoktu. Jong Dae'ye sorduğumda haberinin olmadığını, belki lavaboya falan gitmiş olabileceğini söyledi.
Merak etmiştim ama koskoca adamdı ve kaybolacak değildi sonuçta. Tabii bu düşünce büyük, iki kanatlı, demir tokmağı ve sürgü kilidi olan, sonuna kadar açılmış kalın ahşap kapıdan gözlerimi ayırmadan bakıp onu beklememe engel olamamıştı.
Sonunda geldiğinde rahatlamış hissetmiştim. Yanımdaki sandalyeye oturup, "Çok güzel bir yer, değil mi?" diye sordu. Onu başımla onayladıktan sonra, "Sen neredeydin?" sorusunu sordum. "Bir tanıdığı gördüm. Onun yanına uğradım beş dakika." dedikten sonra saatine bakıp, "Erken gelmişiz sanırım." diye ekledi.
Tanıdığın kim olduğunu soracaktım halbuki ama o konuyu değiştirmişti bile. Daha sonra sormaya karar verip, "Onbeş dakika var daha başlamasına." diye cevap verdikten sonra diğer masalara baktım. Hemen herkes gelmişti. Sınıfımız elli kişiden oluşuyordu ve neredeyse herkes eşini dışarıdan getirdiği için yaklaşık doksan kişi falandık. Şu anda sadece profesörler için ayrılmış iki masa ve diğer masalardan toplamda beş altı sandalye boştu.
Kimler gelmiş diye bakınırken gördüğüm ve kıyafetiyle ya da tavırlarıyla dikkatimi çekenler hakkında masanın ortasına doğru fikirlerimi söyledim. Masadaki herkes bunu bekliyormuşçasına heyecan ve hevesle başlattığım dedikoduya ortak oldu. Bu sayede iki şeyi kesinliğe kavuşturmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanficBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."