"Aşkım bunu yapmak istediğinden emin misin?" diye son kez sordum kapının önündeyken. Min Seok, ailemle tanışıp onları rahat hissettirmek istediğini söylediğinden beri gerim gerim geriliyordum.
"Evet eminim. Ailenin beni tanıması lazım ki onay alabilelim. Min Seon, aile kavramı önemli bir kavram. Ben bunu, benimkileri kaybettikten sonra anladım. Sana da bunun olmasına izin veremem. Merak etme her şey güzel olacak." diye beni rahatlatmaya çalıştı cevabıyla. Bu mantıklı ve biraz duygulu açıklamasıyla birazcık başarılı da olmuştu. "Peki o zaman." deyip kapıyı açtım ve Min Seok ile beraber eve girdim.
Babam televizyon izliyor, annem yemek için sebzeleri doğruyor, Min Soo ise oyun oynuyordu. Hepsinin salonda olması iyi olmuştu. "Anne, baba, bakar mısınız? Min Seok sizinle tanışmak istiyor." dedim kendimi hazır hissettiğimde. Min Seok henüz salona girmemişti.
Tüm aile fertlerim, bakışlarını bana çevirdiğinde kaçma isteği doldurmuştu içimi ama artık bunun için çok geçti. Babam, "Gerek yok!" deyip yeniden televizyona dönmüştü. "Ama baba, şu anda burada." diye kısık sesli bir açıklama yapmıştım ki annem duruma el koyup, "Ne demek gerek yok? Tabiki tanışacağız. Gelsin kızım içeriye." demişti. Anneme gözlerimden kalpler fışkırarak baktıktan sonra Min Seok'u salona davet ettim.
Bel selamı verdikten sonra "Merhaba efendim. Ben Kim Min Seok." diye kendini tanıttı. Babam onu süzerken annem koltuğu gösterip, "Otursana." dedi. Min Seok teşekkür edip oturduktan sonra ben de yanındaki yerimi aldım. Min Soo kısa bir süre bize baktı ve o sırada oyunda darbe alınca homurdanarak oyuna döndü. Şu anda evde bulunan elektrikle tüm Seoul aydınlanabilirdi.
Babam televizyonun sesini kısıp odağını tamamen bize doğru çevirdi. İkimizi yanyana görmek hoşuna gitmemişti ama kalkmaya yeltenmedim. Alışması lazımdı. Evet, bildiniz. Öğle yemeğinde yediğim yüreğin etkisi şimdi gelmeye başlamıştı. Sırtımı dikleştirip gelecek sorulara karşı savunma pozisyonu aldım. Sanki ben cevap verecektim.
"Kaç yaşındasın?" diye ilk sorusunu sordu babam. Min Seok hemen, "26 yaşındayım efendim." diye cevap verdi.
"Nerelisin?"
"Guri'de doğdum. Ama Seoul'de büyüdüm."Ben ilk iki sorunun basitliğine sevinirken babam sormasını istemediğim soruyla devam etti, "Nerede oturuyorsun?" Aha! Sıçtık!
Min Seok buna da herhangi bir mimikle tepki vermeden "Üst katta." diye cevap verdi. Babamın hiç hoşuna gitmemişti bu cevap. Ama son umut kırıntısıyla, "Ailenle birlikte yaşıyorsun, değil mi?" sorusunu yöneltti. Birazdan ağlama moduna geçeceğimi hissedebiliyordum.
"Hayır, efendim. Ailemi üç yıl önce bir trafik kazasında kaybettim."
"Başın sağolsun. Bilmiyordum, üzgünüm."
"Sorun değil efendim. Bilmemeniz normal."Min Seok bunları düz bir sesle söylemişti ama bu sesini duygularını saklamak istediği zaman kullandığını biliyordum. Yeniden açılmıştı işte yarası. Ama babam daha da deşmeye ve kanatmaya kararlıydı.
"Nasıl oldu kaza? Sen nasıl kurtuldun?"
"Freni boşalmış bir kamyonet, babam kırmızı ışıkta beklerken çarpmış. Ben arabada değildim."Annemin musluklar damlatmaya başlamıştı bile. Babam da üzgün görünüyordu ama sanırım merak da ediyordu. O nedenle sormaya devam etti.
"Sen neredeydin?"
"Havaalanında, onların gelmesini bekliyordum. Askerden dönmüştüm ve beni onlar almak istemişti."Bunu ilk defa duyuyordum. Hatta Min Seok'un askerliği yaptığını bile şimdi öğreniyordum. Buna şaşırırken, Min Seok'a baktım. O da bana bakıp minik bir gülümseme gönderip yeniden babama döndü. Acısını saklamaya çalışan bir gülümseme...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pianist || XIUMIN
FanficBenzer isme sahip iki kişi ve adresini şaşırmış bir paket... "... sadece açım ve seni seviyorum. Başka sorun yok."