1912 - Anadolu.
Hilal ve ailesinin esir alındığı günGüneş tam tepede parıldayıp, sıcaklığı kuru bozkırın otlarını iyiden iyide kavururken ortalık cehennemden farksız gözüküyordu. Azize, çatışmadan sonra etrafa dağılmış olan cesetlere içindeki burkulma hissine engel olamadan baktı. Bu vazifeyi üstlendiğinden beri içindeki hisse de aşina olmuştu. Eskiden hastanelerde baş hemşirelik yaparken savaşların, çatışmaların bu denli kötüye gidebileceğine aklı ermezdi. Ne vakit Cevdet'in yanında, sıhhiye ekibinde görev almaya başladıysa işte o an gerçekler suratına acı veren bir tokat gibi çarpmıştı. Altı aydır oradan oraya koşturmakla geçen günlerde, azınlıkların, kardeşleri saydıkları insanların, çıkardığı isyanların verdiği zarara şahit olmuştu. Ancak o zaman idrak edebilmişti, Osmanlı İmparatorluğu gün be gün içten içe çöküyor, parçalanmaya başlıyordu. Artık o eski, ihtişamlı günlerini kaybetmişti. Eğer hastane duvarlarının dışına çıkmasaydı belki de bunu hiç fark edemeyecekti genç kadın.
Bu sebepten ötürü aldığı karardan pişman olduğu vakitler kadar memnuniyet duyduğu vakitlerde oluyordu. Son cesedinde başından kalktı. Hiçbiri sağ çıkamamıştı. Etrafta sıcaklığında kötüleştirdiği keskin bir kan ve barut kokusu vardı. İnsanın burnunun direğini titretirdi ilk başlarda bu koku fakat sonraları alışması uzun sürmüyordu. Azize, Cevdet'in yanına doğru yönlendirdi adımlarını. Cevdet'in suratının rengi solmuş, gözlerinin feri gitmişti. Azize bu manzaraya da alışmıştı artık. Altı aydır bastırdığı her isyanın sonunda bu bakışlarla, bu simayla karşılaşır olmuştu. Gözlerindeki belirgin hüzne rağmen adam hâlâ bir umut, belki kurtulan vardır gibi sorarcasına bakıyordu zevcesine.
"Hepsi çoktan ebediyete doğru yola çıkmış, allah günahlarını affetsin."
"Amin Azize... amin. Birbirlerini kışkırta kışkırta ölüme sürüklendiler. Biz bu insanları kardeşimiz bilirdik, yüz yüze baktık, hâlâ da bakıyoruz."
''Gün gelir anlarlar hatalarını, tekrar kardeşlerimiz olurlar Cevdet'im. Tasalanma, her şeyin bir çıkar yolu bulunur.''
''Bu sefer farklı Azize, vaziyet pek parlak değil. Daha iyi günlerimiz bunlar, Allah sonumuzu hayır eylesin.''
Azize kocasının omzunu sıvazladı destek olmak istercesine. Her daim onu desteklemek, teselli etmek için kelimelere başvurmazdı. Çoğu vakit bir gülümsemesi bile kocasına şifa olurdu. Azize Cevdet'in bu yönüne gıpta etmişti hep. Vatanına aşık bir adam olmasına rağmen vicdanından hiçbir şey kaybetmemeyi başarmıştı. Ömründe ilk defa öldürdüğü düşmanları için üzülen, her şeyden önce insan olduklarını bilen bir askerle karşılaşmıştı. O da Cevdet'ti işte. İkisi birlikte toplanmış olan birliğe ve faytonlara doğru ilerlediler. Daha fazla vakit kaybetmek istemiyorlardı. İkisi de sıcak yuvalarına kavuşmak istiyordu özlemle. Hem zaten çetecilerden bir kısmı kaçmaya muvaffak olmuşlardı. Burada kaldıkları her dakika geri dönebilirlerdi. Üstelik Cevdet başka bir isyana dair herhangi bir pusula almayınca çoktan ailesine döneceklerini yazan bir mektup yazmış ve onu birkaç gün önce iletmesi için emir erine vermişti.
Sonunda yola çıktıklarında, Cevdet'in düşünebildiği tek şey eviydi. Hepsi burnunda tütüyordu evlatlarının. Ah bir varsalar... anasının elini öpse, sıkıca sarılsa ona. Sonra Ali Kemal'inin serseriliklerine kızsa, Yıldız'ın güzelliğiyle övünüp durmasını dinlese, Hilal'inin; minik serçesinin okuduğu kitapları hayranlıkla anlattığını görse de yüzü gülse diye düşünüp durarak dalgınlaşmıştı yol boyunca. Öyle ki, ancak Azize kafasını omzuna koyduğunda bir anlığına kendine gelmişti. Gülümsedi ve zevcesinin narin, şifa dağıtan ellerini tuttu. Cihan üzerindeki en şanslı adamdı Cevdet, kalbi iyilikle dolup taşan ve melekten farksız kömür gözlü bir hemşireye kaptırmıştı gönlünü. İyi ki de kaptırmıştı, şimdi canından çok sevdiği üç tane evlada sahip olmuştu gönlünü çalan bu güzeller güzeli Azize'den. Evlatlarının hiçbirini kayırmaz, hepsini gözünün nuru olarak görürdü Cevdet fakat minik serçesi Hilal'le hep biraz daha fazla gurur duyardı. Minik serçe derdi demesine lakin çoktan büyümüş, serpilmiş, bir genç kız olmuştu. Zaman ne de çabuk geçmişti. Daha bahçede koşup oynadıkları, Yıldız'la paylaşamadığı oyuncakları için ettiği kavgalar dün gibi aklındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kupa Kızı ve Sinek Valesi
FanfictionHilal o sabaha babasının ve annesinin yolunu gözleyerek uyanmıştı, evinden ve memleketinden koparılıp, hiç bilmediği bir şehre esir düşeceğini nereden bilebilirdi? Leon'un bugüne dek tek gayesi babasını gururlandırmak, onun gözüne girmekti. Fakat A...