Leon yüzündeki muzip ve çapkın sırıtışla kapının pervazına kaykılmıştı. Yaptığı şeyden zerre pişmanlık duymuyordu. Ne diye duyacaktı ki? hak etmişlerdi bir kere. Hilal'in öfkeli bakışları ve somurtkan yüzü de keyfine keyif katıyordu üstelik. Buradan bakınca elinden pamuk şekeri alınmış küçük bir kız çocuğunu andırıyordu ve son derece masum gözüküyordu. Hilal her daim masumdu lakin savaşçı bir yanı vardı. Okuduğu mitoloji kitaplarındaki Artemis'e Athena'ya benzetiyordu onu. Oysa şu anda bir tanrıçayla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Dün öğlen kütüphanesinin penceresinden bahçeyi izlerken içindeki karmaşık hisler tek bir cümleyle kendini dışarı vurmuştu. Hilal ona ne yapıyordu? dünyanın tüm kitaplarını okusa da cevaplayamadığı tek soru olurdu bu. Sonra gördüğü manzarayla kafasının içinde şimşekler çakmaya başlamıştı.
Aleksi ve Hilal'i yan yana gördüğü her an böyle hissetmekten alamıyordu kendini. Kütüphanesinden nasıl fırladığını hayal meyal anımsıyordu. Yavaş adımlarla kapıdan çıkmış ve ne konuştuklarını dinlemiş sonrada çat diye aralarına girivermişti. Aslında Hilal'e şehri dolaştırma fikri bir süredir aklındaydı. Sadece kuzeninin bu fırsatı kapmasına izin vermemek için erkene almıştı. Hilal Aleksi'nin önünde bir şey diyememişti. Belki de Leon'un bakışından ve tavırlarından çekinmişti.
''Ne yaptığını zannediyorsun sen?''
''Söyledim ya, size şehri dolaştıracağım küçük hanım. Eminim merak ediyorsunuzdur.''
''Ediyorum lakin ne size nede Aleksi'ye bir söz vermişliğim yok. Ne haddinize benim adıma karar vermek?!''
''Ha yani söz verseydiniz Aleksi'ye vermeyi yeğlerdiniz, öyle mi küçük hanım?''
Hilal aniden duraksadı. Ne ima etmeye çalışıyordu? böyle bir şey aklının ucundan dahi geçmemişti. Gök mavisi gözleri Leon'un kehribarlarına odaklandı. O gözlerin arkasında şimdi alevler yanıyordu sanki. Her zamanki o etkileyici parıltıdan yoksunlaşmış ve kızgınlıktan koyulaşmışlardı. Şehri gezmek istemesine istiyordu fakat bu şekilde olacağını düşünmemişti. Leon'un Aleksi'nin yanında o cümleyi kurduğu vakit rezil olmamak adına mecburen teyit etmişti Leon'u.
''Öyle bir şey demedim Teğmen... hem diyelim ki onunla şehri gezmeyi yeğlerdim, size ne bundan? sizi ne ilgilendirir? Ne sıfatla mani olabilirsiniz ki bana?''
Kaşlarını çattı Leon hoşnutsuzlukla. Başta orada kapı pervazına omzunu yaslamış dikilirken keyfine diyecek yoktu lakin birkaç dakika içinde keyfi büsbütün uçup gitmişti. İçten içe Hilal'in haklı olduğunu biliyor ve en çokta buna öfkeleniyordu. Gerçekten Aleksi'yi her koşulda ona tercih etse nasıl mani olabilirdi? asker olarak onun gözetiminde olduğu doğruydu. Hilal onun vazifesiydi. Peki dahası? bir asker olarak ne olursa olsun onun kimlerle vakit geçirmek istediğine karışma hakkına sahip değildi. Kalbinin bu düşünceyle sıkıştığını, nefeslerinin boğazında kesik açar gibi canını yaktığını hissetti. Leonidas'ı göstermişti ona. Hiç mi değeri yoktu? belki de Teğmen olmayı hiç bırakmamalıydı fakat o zamanda Hilal ondan nefret ederdi ve bu katlanması daha da güç bir vaziyet olurdu onun için. Bir gün, belki bir gün Leonidas olarak ona karışma hakkını bulabilirdi kendisinde lakin belli ki şu anda elinden hiçbir şey gelmezdi. Tabii, en azından şimdilik bunu engelleyebilecek bir yöntemi vardı. İçindeki çikoyu ortaya çıkartmanın vakti gelmişti.
''Size mani olmak istemem elbet. Yine de ailenizi görmenize yardım ettiğimi biliyorsunuz. İsteseydim bunu yapmazdım. Böyle bir zorunluluğum yoktu. Hatta iyilik bile ettim küçük hanım. Sonuçta bir esirin yakınlarıyla görüştürülmesinin mümkünatı bile yoktur.''
''Bunu her defasında yüzüme vuracaksanız sizden medet ummakla hata etmişim Teğmen.''
''Amacım yüzüne vurmak değildi. Sadece... senin mutlu olmanı istiyorum Hilal.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kupa Kızı ve Sinek Valesi
FanfictionHilal o sabaha babasının ve annesinin yolunu gözleyerek uyanmıştı, evinden ve memleketinden koparılıp, hiç bilmediği bir şehre esir düşeceğini nereden bilebilirdi? Leon'un bugüne dek tek gayesi babasını gururlandırmak, onun gözüne girmekti. Fakat A...