-9-

2.3K 139 27
                                    

Aleksi'nin feryatlarını odasından büyük bir keyifle dinliyordu Leon. Öfkesi dinmişti ve şu an zihni o kadar berraktı ki tüm kafa karışıklığı ortadan yok olmuştu. Artık doğru düzgün düşünebiliyor ve olanlara anlam verebiliyordu. Bunca vakit kalbinden hiçte aşina olmadığı duygular o kadar yoğun geçmişti ki bocalamış, bir uçurumun kenarında sürükleniyormuş gibi hissetmişti. Bir adım daha atsa aşağı, sonsuz boşluğa düşecekmiş gibiydi. Oysa tamamen yanıldığını ancak idrak edebiliyordu. Hayatını Hilal'den önce ve Hilal'den sonra diye iki evreye ayırabilirdi. Aslen uçurumun kıyısında tereddütsüzce dolaştığı zamanlar Hilal'i o gün, o vaziyette zindanda görmeden öncesiydi. Teğmen Leon'un Hilal'den evvel endişe edebileceği hiçbir şeyi yoktu. Tek gayesi paterasının gözüne girmek, ona layık olabilmekti. Bu uğurda asla yapmayacağı şeyleri yapmıştı. Sonra Amazon Savaşçısının mavi gözleriyle karşılaşmıştı. İşte o vakit her şey değişmişti. O gözler Leon'u farkında olmadan çekip almıştı o uçurumun kenarından. Artık yere sağlam basıyordu ve bunca vakittir onu korkutan hakikatte bundan ibaretti. Gökyüzü gözlü kız yıllardır yapmaya çekindiği şeyi yapması için cesaret vermişti ona. Kendisinin hakikaten kim olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Ve en mühimi de artık ona bu denli delilikleri neyin yaptırdığını biliyordu. Yıllarca okuduğu romanlardaki karakterlerin karşılaştığı ve uğruna hayatlarını feda ettikleri o naçizane ve eşsiz duyguya kapılmıştı Leon. Aşktı bu. Teğmen Leon, Hilal küçük hanıma aşıktı. Leonidas, Hilal'e aşıktı. Kalbini bu denli hızlı attıran, o mutlu olduğunda içine huzur dolduran, gülümsemesini bir anlığına olsa bile görmek için her şeyi yaptırabilecek olan bu his, aşktı. Onu başkasıyla gördüğünde içine dolan öfkenin, düşüncelerini bulandıran kıskançlıkların da yegane sebebi bu zalim lakin bir o kadar da muazzam duyguydu. Eğer bir gün aşkı bulursa kendini şanslı sayacağını düşünür fakat aşık olabileceği ona uzak bir ihtimalden ibaret gelirdi. Lakin tanrı ona Hilal'i bahşetmişti. Sonrasında her geçen gün bir sarmaşık gibi sarmalanmıştı Hilal'in hayaliyle. 

En başından beri kendisinde, kalbinde bir haller olduğunu biliyordu lakin kabullenmek istememişti. Bu beste hadisesi ipleri koparmak için yeterli gelmişti. Atina'ya esir olarak gelen bu kız farkında olmadan Leon'u esir düşürmüştü. Bir yanı bu aşkı kabullenişiyle mesut olurken diğer yanı hüzünle burkuldu. En acı verici hakikat karşısında bir duvar gibi dikilmiş duruyordu çünkü. Hilal ona asla aşık olmayacaktı. Onu asla sevmeyecekti. O mavi gözler, kendisinin ona baktığı gibi bakmayacaktı Leon'a. Bunu umut etmek isterdi lakin mümkünatı yoktu. Hilal'in ona kin duyduğunu, ondan haz etmediğini biliyordu. Onun için Teğmen Leon'dan, onu esir eden adamın oğlundan ve belki de bir dosttan fazlası olamazdı.  Yine de onun için bir dost olmaktansa ona kin duymasını yeğlerdi. Zinhar onu başkasıyla gördüğünde gülümseyemez, onun adına mutlu olamazdı. Bu denli bencildi işte. Aleksi'nin haline kıkırdayarak tepki verirken, kendisini yatağa attı ve gözlerini kapattı.

                                                                               *** 

Hilal Aleksi'nin feryatlarına karşılık telaşla aşağıya indi. Neler dönüyordu böyle? sesin geldiği yöne ilerledi ve kapısı açık müzik odasından gizlice bakındı ve gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Aleksi'nin daha bir saat önce ona bestesini çalmakta kullandığı kemanından geriye kalan tahta parçaları ve kıymıklardan ibaretti. Birde kenardan sallanan ve bir vakitler en güzel melodileri çıkartmaya yarayan teller. Hilal gülmemek için kendini tuttu ve ses çıkarmadan geri dönmek üzere merdivenlere yöneldi. Sahi, kemanı kim o hale getirmişti acaba? bir süreliğine olduğu yerde dikildi ve bu vaziyet üzerine düşünmeye başladı. Aslında cevap önünde çok açıkça duruyordu. Bu evde, kemanla alıp veremediği olan başka kimse olamazdı. Kiryanın yada hizmetlilerin kemanı bu denli parçalamak için ne bir sebebi nede kuvveti vardı. 

Kupa Kızı ve Sinek ValesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin