-21-

708 43 11
                                    

Hepinize merhaba, uzun süre oldu biliyorum bu yüzden biraz kısa bir geçiş bölümüyle karşınızdayım! hikayeyi eski temposuna döndürmek adına toparlamaya çalışıyorum bu yüzden de birkaç hafta böyle kısa bölümlerle akışı hızlandıracağım, en başından söylemek istedim bu bölüm HiLeon yok çünkü diğer karakterlerin de bir olay akışı var ve bunu da yansıtmam gerekiyor, muhtemelen birkaç bölümde daha HiLeon olmayacak. Bunda biraz da yavaş yavaş en azından bu kitabın finaline doğru gidiyor olmamızın etkisi var, hepinize iyi okumalar! 


İzmir - 1912

Uzun boyuyla bir oraya bir buraya salınan kadın, birkaç aydır olduğu gibi endişeyle mektubunu bekliyordu. Tıpkı her ay başı olduğu gibi İhsan kapısını çalacak ve ona Cevdet'ten gelen mektubu verecekti. Azize yine içinde bir türlü sönmek bilmeyen hasret yangınıyla pürüzlü kağıdı usulca açacak ve aceleyle yazılmış satırları keşfe çıkacaktı gözleri. Evvelden beri vaziyetin güçlüğünün farkındaydı Azize lakin hiçbir şey yapmadan beklemek tahmin ettiğinden de kötüydü. Her sabah İzmir'deki hastaneye gidip geliyor, baş hekimle birlikte hastalarla ilgileniyordu. Yapmayı en iyi bildiği şeyi yapmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Güneş doğar doğmaz uyanıp insanlara yardım ediyordu zira evde kaldıkça aklını yitirecek gibi hissediyordu. Bir yanda cephede düşmanla çarpışan Cevdet için diğer yanda nerede dahi olduğunu bilmediği evlatları için parçalanıyordu yüreği. Cephede çarpışan kocasına gönderdiği mektuplar çoğu vakit ulaşmıyor, telgraflar yetersiz kalıyordu. Oysa bir haber gönderebilse kocasına, vaziyetini bildirebilse bir nebze su serpilirdi belki de içine. Evvela İhsan her cuma Cevdet'ten gelen mektupları getirirdi lakin vakit geçtikçe mektupların sıklığı azalmış, Azize'de cephenin yoğunlaştığının farkına varmıştı. Daha önce defalarca kez yaşamıştı aynı şeyleri. Ne vakit mektupların sıklığı kesilir işte o vakit daha da burkulurdu içi. 

İlkin Balkan harbinde vazifelenmek için çok uğraşmıştı. Uzun yıllardır yaptığı gibi eli kolu bağlı hissetmeden cesur bir kadın olarak yaralı erleri iyileştirirdi. Böylece hem Cevdet gözünden ırak olmazdı. Bir şey oldu mu, sağ mı, yaralandı mı düşüncesi günün her vakti kafasını kemirmezdi. Lakin bu defa Cevdet özellikle burada kalmasını istemişti. Balkan cephesinin kanlı olacağını sezmişti belki de adam evvelden. Zevcesinin başına bir musibet gelsin istememişti. Azize'nin gönlü hiç rahat olmasa da kabul etmişti. Cevdet'in bir bildiği vardır demişti içinden her defasında olduğu gibi. Cevdet cepheye gittiği vakit İzmir'e henüz yeni yerleşmişti Azize fakat alışması pek kolay olmuştu. Mahallesindeki konu komşu hemen yardımına koşmuştu. Kısa sürede ne eksiği varsa gidermişti böylece. Çok geçmeden İzmir'deki hastanede çalışmaya başlamıştı. Hemşireler arasında en kıdemlisi olduğundan ötürü baş hemşire olarak vazifelendirilmişti. Evvela İzmir'de zorlanmadığını söyleyemezdi. Hele ki tek başınayken her şey daha da güçleşiyordu. Ailesi olmadan buraya gelmiş bir kadına elbet şüpheyle bakmadan geçemiyordu halk. Yine de vakit geçtikçe her şey rayına oturmuştu. Üstelik pekte sevmişti İzmir'i. Bugüne dek dolaşıp durduğu şehirler arasında en güzeli burasıydı. 

Ellerini tedirginlikle ovuşturuyor, ince parmaklarının eklemleri ellerini sıkmaktan bembeyaz kesiliyordu. Küçük evlerinin ahşap zemininde telaşlı adımlarının çıkardığı sesler yankılanıyordu. Şimdiye dek çoktan gelmesi gerekirdi genç subayın. Nerede kalmış olabilirdi? bir terslik mi vardı? diye düşünürken kapı birkaç kere tıklatılmıştı. Azize tuttuğunu fark etmediği nefesini aniden bırakıverdi ve kapıya doğru ilerleyerek usulca açtı. Beklediği kişi karşısında dikiliyordu, gözleri evvela ellerine yöneldi, bomboştular. Ne bir kağıt parçası, ne bir zarf nede pusulaya benzer bir şey vardı. Kahverengi gözlerindeki umut ışığı yavaş yavaş sönerken, yutkundu. 

Kupa Kızı ve Sinek ValesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin