-4-

2.3K 143 31
                                    

Neredeyse dört saattir kehribar rengi gözlerini bir an bile ayırmamıştı amazon savaşçısının üzerinden. Nefes alışında bile acı çekerken onu tek başına bırakıp nasıl vazifesinin başına dönebilirdi ki?, o hali aklına geldikçe siniri tepesine çıkıyordu. Stavros tam bir canavardı. Kadın, çocuk, genç, yaşlı dinlemeden amacına ulaşana kadar herkese eziyet edebilirdi. Leon, onu tartakladığı için zerre pişmanlık duymuyordu. Karşılığında çekeceği cezaya da razıydı, nasıl olsa ordudan atamazlardı. Babası cesaret edemezdi. En fazla görevden uzaklaştırılır yada angarya işlerin hepsi ona bırakılırdı. Tek isteği ondan özür dilememekti. Böyle bir ceza da mümkündü. Özür dilemek bir yana, elinde olsa tekrar ve tekrar döverdi onu. Eğer dışarıda sivil haldeyken eline fırsat geçerse çekinmeden yapacaktı hatta. Lakin önce Hilal için bir çözüm bulmalıydı, bu kız daha fazla burada kalırsa babası amacına ulaşamadan ölüp gidecekti. Neden sıradan bir mahkumu bu kadar önemser hale gelmişti? bunun gerçek cevabını vermeye korkuyordu. Babası için, babasının gözüne girmek için önemsiyordu bu kızı. 

Leon düşüncelerine daldığı sırada, Hilal'in bitkin düşmüş ve hırpalanmış bedeni hareket etti. Önce dudaklarının arasından acı dolu bir inleme serbest kalmıştı. Bırak hareket etmeyi, nefes alırken bile canı yanıyor, kaburgaları sanki akciğerlerine batıyordu. Karın boşluğu, kaburgaları ve darbe almaktan morarmış yerlerinin arasında en çok canını yakan kısım yüzüydü. O adam öyle bir vurmuştu ki, Hilal hiç bu denli sarsılmamıştı. Gözlerini kırpıştırarak açtı ama sol gözünün çevresinin ağrıması gözünü tamamen açabilmesine engel olmuştu. Başını hafifçe kaldırdığında, hemen yanındaki sandalyede oturmuş olan Teğmeni gördü. Dalmış gibiydi, düşünceli bir hali vardı. Ona seslenmek üzere susuzluktan kurumuş olan dudaklarını araladı, bağırmaktan ses tellerini harap etmiş olmalıydı çünkü konuştuğunda sesi beklediğinden daha kısık ve pürüzlü çıkmıştı.

''T-teğmen?''

Leon olduğu yerde sıçradı, kehribar rengi gözleri Hilal'in yüzünde dolaşırken göz bebekleri endişeyle büyümüştü. Bunda birazda kızın görünüşü, sesinin hali etkili oluyordu. 

''Küçük hanım, uyanmışsınız.''

''U-uyandım lakin... siz başımda mı beklediniz? neredeyim ben?'' 

Hilal, neler olduğunu çözmek istercesine yattığı yatakta kıpırdandı. O kasvetli, ürkütücü zindanda olmadığını daha gözlerini ilk açtığı anda anlamıştı ama yine de, bir an içine dolan korkuya engel olamadı. Gözleri temkinli bir şekilde etrafını inceliyordu, onu hiç acımadan döven adama bakınıyordu belli ki. Leon bunun üzerine, biraz daha doğrulup Hilal'le göz göze geldi. 

''Merak etmeyin küçük hanım, hastanede ve güvendesiniz. Albay Stavros burada değil, sakin olun lütfen. Bir süre daha rahatsız edemeyecek sizi.''

Hilal olduğu yerde duraksadı, bir şey demeden önce olanları hatırlamak istiyordu. Kaşlarını çattı ve zihnini zorladı. Sonra o korkunç olayın her anı yavaş yavaş zihnine doldu. Çocuğu korumak için kendini öne atması, içeri giren Stavros denen adam, yüzüne yediği ilk tokat darbesi, ardından gelen tekmeler, tokatlar, bağırışları karşısında öylece duran askerler... ardından Leon geldi aklına. İçeri bir hışımla girip  onu zalim darbelerden uzaklaştıran, kurtaran Leon. Stavros'u zindandan dışarı hırpalayarak çıkartan Leon, yüzünün harap olmuş ve kanlar içindeki haline rağmen yüzüne bakan, onu kucaklayıp kolları arasına alarak oradan çıkartan Leon. Kafasını göğsüne yasladığı ve bir an içini kaplayan o güven hissinin kaynağı Leon. Onu Leon kurtarmıştı, teğmen çekip almıştı acı denizinin hırçın dalgalarından. Hilal düşüncelerine hakim olamadığını idrak ettiğinde kendine gelmek için  derin bir nefes alıp kafasını salladı. Onu kurtarmış olması hala bir düşman, onu alıkoyan bir asker olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Lakin sırf bu yüzden bir teşekkürü de eksik edecek değildi.

Kupa Kızı ve Sinek ValesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin