Örgü grubunun toplantısından çıkıp evine dönerken Dahee'nin kafası çok meşguldü. Baekhyun ile Park Chanyeol denen o hoş çocuk arasında geçen her konuşmayı, her bakışmayı düşünüp duruyordu.
Birbirlerinin can düşmanı olduklarını iddia ediyorlardı ya da en azından Baekhyun herkesi buna inandırmıştı ama Dahee dünkü çocuk değildi, çok şey görüp geçirmişti.
Saçları beyazlamış olabilirdi seksen numara saç boyası sayesinde saçının doğal kızıllığının solup gittiğini herkes bilemezdi tabii. Gözleri eskisi gibi görmüyor, kulakları daha az işitiyor da olabilirdi ama havada uçuşan kıvılcımları gözden kaçıracak değildi.
Baekhyun ile Chanyeol birbirlerinden nefret ettiklerini iddia etseler de Dahee durumun daha karmaşık olduğundan şüpheleniyordu.
Evet kesinlikle bir şeyler oluyordu. Olanları ortaya çıkarmalıydı. Dünyanın belki de en dik kafalı, en inatçı iki insanının kavga etmeye ara vermelerini sağlamalı ve bütün bu olanlara öfkeyle bastırılmış, aşırı miktardaki arzunun yol açtığını anlatmalıydı.
Bunu söylemek kolaydı da yapmak zordu. Baekhyun ile Chanyeol gibi iki genç, muhtemelen bunadığını düşündükleri yaşlı bir kadını dinleyecek değillerdi elbet. Onu sevip bir anne veya teyze gibi görmeleri, aşk hayatları konusundaki öğütlerini dinleyeceklerini göstermezdi. Zaten Baekhyun'a, Chanyeol'a karşı bazı hisler beslediğini ama fark edemediğini söylese Baekhyun deliye dönerdi herhalde.
Başka bir yolu olmalıydı, hem incelikli hem sinsice bir yol.
Kendi evinin önündeki yola saparken, o yoldan başkalarının çok seyrek geçmesine ve arkasında kimse olmamasına rağmen sinyal verdi.
Motoru susturduktan sonra anahtarı çantasına atıp küçük beyaz evinin ön kapısına yürürken, 'Sinsilik iyidir' diye düşünüyordu. Sinsice yapılan işlere bayılırdı.
Eve girince verandanın ışığını yakıp kapıyı kilitledi. Şehrin kırsal bölgesinde yaşadığına, en yakın komşusuyla arasında bir buçuk kilometre olduğuna göre bu muhtemelen gereksiz bir hareketti ama tek başına yaşayan yalnız bir kadın olunca insan riske giremiyordu.
Çantasını kapının yandaki askıya asıp üzerine de ceketini geçirdikten sonra mutfağa yöneldi. Tavuk şeklindeki çaydanlığı suyla doldurup ocağa koydu ve uzun çiçekli geceliğini giymek için yukarı çıktı.
Üzerinde sabahlığı, ayağında terlikleriyle aşağı inip portakallı baharatlı çay poşetinin üzerine sıcak suyu döktü. Demlenmesini beklerken evyenin üzerindeki pencereden dışarı bakıyor, farkında olmadan çay poşetini ipinden tutmuş sallıyordu. Etraf kapkaranlıktı. Sadece ince bir hilal şeklindeki ayın ışığı sayesinde dışarıdaki ek binaları görebiliyordu. Dahee'nin zihnini meşgul eden tek şey Kaynanadili ile Bay Yakışıklı'nın ilişkisiydi.
Chanyeol'un örgü grubu toplantılarına yine geleceğini umuyordu. Belki o zaman ikisini, beraber daha çok zaman geçirmeye zorlamanın bir yolunu bulabilirdi ama sonraki toplantıya daha bir hafta vardı ve bu kadar uzun süre beklemek istemiyordu.
Çay poşetini fincandan çıkarıp kenara koyarken koyu kahverengi kalemle çizilmiş kaşları çatıldı. Dumanı tüten fincanını salona götürdü, en sevdiği koltuğa oturup ayaklarını pufa uzattı.
Daha önce hiç çöpçatanlığa kalkışmamıştı ve doğrusunu söylemek gerekirse ne yapacağını bilemiyordu. Keşke ikisini bir araya getirmenin yolunu bulup birbirlerine karşı duydukları çekimi fark etmelerini sağlayacak bir durum yaratabilseydi.
Çayını yudumlarken odanın bir ucundaki çıkrığa(y.n. doğal ya da yapay liflerden iplik eğirmek için kullanılan bir araçtır.) baktı, yatmadan önce biraz çalışmayı düşünüyordu. Yorgundu ve normalde güzel, rahatlatıcı bir bitki çayından sonra yatağa giderdi ama yün eğirmek genellikle düşünmesine yardım ederdi ve o anda ihtiyacı olan da buydu. Bu iş bir sanattı, onu sakinleştiriyordu ve Dahee yün eğirme konusunda çok iyiydi.
Bu işin kanında olduğu, nesilden nesile aktarılan bir beceri olduğu bile söylenebilirdi. Dahee'ye yün eğirmeyi de örgü örmeyi de annesi öğretmiş o da kendi annesinden öğrenmiş ve yıllarca bu gelenek sürmüştü.
Hatta...
Dahee oturduğu yerde dikleşiverdi, fincanın kulpunu tutan elinin eklemleri bembeyaz kesildi neredeyse çayı döküyordu.
Ailesinden kalan eski bir çıkrık vardı. Büyülü olduğu, o çıkrıkta yapılan yünü kullananların gerçek aşkı bulduğu söylenirdi.
Nasıl aklına gelmemişti? O çıkrık mükemmeldi!
Fincanını koltuğun yanındaki küçük sehpada bırakıp ayağa fırladı ve hemen ikinci kata çıktı. Tavan arasına çıkan kapı konuk odalarından birindeydi. Hızla dik, cilasız basamaklardan çıktı. Tavan arasının ortasında çıplak bir ampul asılıydı, etrafı çok aydınlatmasa da Dahee'nin yerdeki kutularla sandıklarını görmesini sağlayacak kadar ışık veriyordu.
Uzak bir köşede zamanla beyazdan griye dönmüş, ince bir toz tabakasıyla kaplanmış olan çarşaf aradığı şeyi örtüyordu. Kaba kalas zeminde terlikli ayaklarını sürüyerek yürüyüp çarşafı dikkatle çekti.
Dahee oymalı, ahşap çıkrığa hayranlıkla baktı. Muhtemelen birkaç yüzyıllıktı ve iyice bir cilalanması lazımdı ama bunun dışında mükemmel durumdaydı. Elini çıkrığın üzerinde gezdirip düzgün bir şekilde döndüğünü ayak pedalının yavaşça inip kalktığını görünce sevindi. Tek bir gıcırtı bile duymamıştı. Bunca yıldır kullanılmamış bir aletin gıcırdamaması büyü değilde neydi?
Bu çıkrığı yıllardır görmemiş, hayatında hiç kullanmamıştı. Tavan arasında durduğunu bile neredeyse unutmuştu.
Çıkrıkla ilgili net olarak hatırladığı tek şey bir kez büyük annesini yün eğirirken gördüğüydü. Birkaç kez evde çıkrığı görmüş, onunla eğrilen şahane yünlerin insanlara gerçek aşkı getirdiğine dair hikayeler dinlemişti.
Biraz uğraşması gerekse de Dahee eski çıkrığı kaldırıp tavan arasının dar merdivenlerinden indirmeyi başardı. Normalde yün eğirme işini salonda yapardı ama bu çıkrığı oraya diğer çıkrığın yanına götürmek yerine yatak odasına koydu.
Evine pek misafir gelmezdi ama her ihtimale karşı çıkrığın gözden uzakta durmasını istemişti. Yapmayı planladığı şey biraz tuhaf hatta acayipti ve bunu sır olarak saklamayı tercih ederdi.
Çıkrığı istediği gibi yerleştirince bir adım geri çekilip elinin tersiyle terli alnını sildi. İşe yarayacağının garantisi yoktu belki ama annesiyle büyükannesine bakılırsa hatta belki büyük büyükannesi ile büyük büyük büyükannesi de aynı fikirdeydi bu çıkrıkta eğrilen yünler iki sevgiliyi hatta talihsiz sevgilileri bile bir araya getirmeyi hep başarmıştı.
Tabii çıkrık Byun Baekhyun ile Park Chanyeol kadar inatçı, dik kafalı, duygusal beraberlikten kaçınmaya kararlı bir çiftle hiç karşılaşmamıştı muhtemelen ama Dahee inancını kaybetmiyordu. Çıkrığın gücüne ve büyüsüne inanıyordu.
Hem başarısız olsa bile en azından çabasının karşılığı olarak, Baekhyun ile Chanyeol'un yünden örülmüş güzel eşyaları olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOMBAT
Fanfiction"Ben spor muhabiri olmak istiyorum, hem de çocukluğumdan beri. Beyzbol, basketbol, Amerikan futbolu, hokey, tenis, futbol, golf... hepsini seviyorum. Günün on iki saati spor istatistikleri beynimde dolaşıp duruyor." "Kalan on iki saatte ne düşünüyor...