Yeni bölüm yeni bölüm!!
Bölümü yazmadan önce bölümle birlikte yayınlayacağım çok güzel bir tanıtım filmi yapmıştım. Ama youtube'ye yüklemede sorun yaşadım ve gerçekten çok üzüldüm.Neyse, uzun bir bölüm yazdım sizleri yeni bölümle baş başa bırakıyorum. Fikirlerinizi söyleyip beğenmeyi unutmayın. Bir yazan için okuyucuların yorumunun önemli olduğunu unutmayın. Hayalet okuyucu olmayın lütfen.
İyi okumalar!
ANTART 14.BÖLÜM
Sessizliği parçalayan ateşte ki çalıların çıtırtıları kulaklarımı doldururken oturduğum yerde dizlerimi karnıma çekip kollarımı bedenime sardım.Bastıran akşam karanlığı ile soğukta beraberinde gelmişti. Bavullarda çakmak ve kibrit tarzı şeyler bulabilmiştik. Hazır yiyecekler de vardı ama suyunu çekmeye başlamışlardı. Şimdilik tamamen doğaya muhtaç değildik ama muhtaç kalmamıza çok az kalmıştı.
Gözlerimi ateşten ayırmayıp çalıların yanarak kayboluşunu izlerken aklıma kaza yaptığımız gün düştü. O gün Nisa'yı aramak için ormana girip kaybolduğumuzda yine böyle ateşin başındaydım ve yaşadığım duygu seli inanılmazdı. Bedenimi sarmalayan bu tanıdık his karşısında rahatsıca yerimde kıpırdandım. İnsan bazı şeylere alışıyordu ama bu duygulara alışamıyordu. En azından ben alışamıyordum. Altı gün olmuştu ama yaşadığım şeyler o kadar çok ve ağırdı ki daha uzun süredir buradaymışım gibi hissediyordum. Aldığım ufak tefek de olsa yaralar bedenime çok ağır geliyordu. Burada yaşadığım her şey bana ağır geliyordu.
Annemi, kardeşimi çok özlemiştim. Ne kadar büyük olursan ol her yaşta insanın bir küçük çocuk gibi anneye ihtiyacı olduğu anlar olur ya işte tam şuan anneme ihtiyacım vardı. Gerek duygusal olarak gerek bedensel olarak çöktüğümü hissediyordum. Tam yanımda bir sürü insan ölmüştü. Gökçe'nin o hali bir türlü gözümün önünden gitmiyordu. Orada Gökçe ile ölümü soluyorduk. Saniyeler içinde gözden kaybolup saniyeler içinde ölü bedeni karşıma çıkmıştı. Soluduğumuz ölüm onun nefesini kesmişti.
Ben ise sadece, aklını kaçırmış gibi oradan koşarak kaçmıştım. Oysaki pişmanlığını, pişman olduğu kişiye karşı dile bile getirememişti. Bu dünyadan pişman olarak göçmüştü. Onu seven herkesin kıyamadığı bedeni, hayır, ruhsuz bedeni ormanın o köşesinde öylece kaldı. Herkesin bahsettiği ama ancak yaşayınca işte buymuş dediğin boğazıma oturan yumru varlığını daha çok belli etmeye başlayınca yutkunmaya çalıştım. Sanki öyle yaparsam o acı yumru oradan gidecek gibiydi. Ama aksine varlığını daha çok belli ediyordu.
Gözlerime dolan yaşlar ile gözlerim yanmaya başladı. Gitmek istiyordum bir an önce buradan gitmek istiyordum. Titrek bir nefes alıp verdiğimde gözlerimi yumdum. Bir anlığına, sadece bir anlığına kendimi evde hissetmeye çalıştım. Ama burası her şeyiyle öylesine benliğimde kendini hissettiriyordu ki hayal bile kuramıyordum. Bu ada, hayallerimizi, rüyalarımızı bile çalıyordu. Hayatlarımızı çaldığı yetmiyormuş gibi. Kapattığım gözlerimi hızla açıp kafamı sağa sola sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Kendime gelmem gerekiyordu saçmaladığımın farkındaydım. Evet kaza ile birlikte her şey alt üst olmuştu ama sonuçta olacağa çare bulunmuyordu. Olacak bir şey varsa sadece olurdu. Bu kaderdi. Bu yaşadıklarım, bu ada, kaderin ta kendisiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANTART
Science Fiction"Eğer bunu okuyorsan bir gün bir kazayla buraya gelme ihtimalin yüksek demektir. Hatta ihtimal gerçekleşmek üzeredir" °°° Korkunç bir uçak kazasıyla bilinmezliklerle dolu esrarengiz bir adaya düşen bir grup insan. Düştükleri normalden fa...