Sevgili anne, baba ve benim minik Lottie'im;
Mektupları düşünüyordum. Gerçek duyguları yazabildiğimiz mektupları. Sizi telefondan aramadım. Yada mail göndermedim. Size sadece mektup yazıyorum. Umarım bundan hoşlanırsınız. Sizden uzak bir şehirde okumamam konusundaki rahatsızlığınızı ne kadar çok dile getirdiğinizi hatırlıyorum. Kararlarımdan pişman olmak benim yapacağım şey değil. Ancak buna daha fazla devam etmek istemiyorum. Dayanabileceğimi sanmıştım. Burada eğitim görebilmek için defalarca kez kalbinizi kırdığımın farkındayım. Haklıydınız. Bu kelimeden nefret ediyorum. Ama bu doğru. Ve sanırım akıllı telefonlarınızı kaldırıp mükemmel dokunmatik ekranından benim numaramı girmek size bu yüzden zor geldi. Şayet buradaki ilk haftamda beni bir kez bile aramadınız. Sizinle telefonda konuşmak istemedim. Şu anda olmaz. Çünkü kendimi cidden yıkılmış hissediyorum. Hayatımın sizi ilgilendirmediğini hiçbir çekinge hissetmeden dile getirdiğim zaman sizin gözlerinizde beliren o hayal kırıklığını hala görüyorum. Aynaya her baktığımda nefret ettiğim soğuk mavilerimde bu yer için aynı burukluğu görüyorum. Sizi seviyorum. Kalbinizi kırmak istemedim. Ve biliyorum. Bu okulun parasını ödediniz. Ancak çok kötü hissediyorum. Yalnız. Çaresiz. Güçsüz. Yüzüme bakmaya çekinen insanlardan sıkıldım. Daha çok erken. Ama sanırım hayatım boyunca başıma gelebilecek en kötü olay gerçekleşti. Lütfen anne. Baba. Lütfen. Beni buradan alın. Bana bir ailem olduğunu hatırlatın.
Yüzümü sıkıntıyla ovup onlara asla ulaştıramayacağım mektubu elimde buruşturdum. Yumruğumun arasında sıkıca tuttuğum beyaz kağıda hala çaresiz bakışlar atıyordum. Elime bulaşan mürekkebi önemsemeden başımı eğdim ve iç çektim. Deli gi ağlamaya ihtiyacım vardı. Ama bana ağlamak yasaklanmıştı. Tanrı aşkına! Kesinlikle ağlamalıydım fakat gururuma da yediremiyordum. Başımı masaya yaslayıp ellerimi bacaklarımın üstüne indirdim. Sıkıca tuttuğum kağıdı saran parmaklarım yavaşça çözülürken gözlerimi kapatıp derin nefesler almaya çalıştım.
Oksijeni bitmeye yakın bir baloncuğun içindeymiş gibi hissediyordum. Etrafımı görebiliyorum. Ama sesimi duyuramıyor, nefes alamıyor, hareket edemiyordum. Ya buraya gelmeden önce kurduğum tüm o hayalleri gerçekleştirecektim. Yada her zaman yaptığım gibi kaçacaktım. Ve ben artık kaçmak, vazgeçen taraf olmak istemiyordum. Buraya geldiğimden beri kendimi unutmaya başladım.
Kağıdı masanın altındaki çöp kutusuna attıktan sonra kitapların üstünde duran telefonuma ürkekçe uzandım. Annem yazısının üstüne gelene kadar arayacağımdan bile emin değildim. Sadece bunu görmek istediğimi düşünüyordum. Bir saniye süren o anda parmağım yeşil telefon işaretinin üstünde durmuş ve telefonu kulağıma yaklaştırmıştım.
Bir. İki. Üç. Dört.
-Selam. Ben Johannah. Şu anda meşgulüm. Lütfen mesajınızı bırakın.
Ah anne... Sesini duymak beni yeniden ağlatırken hızla kapat tuşuna basıp yeniden aradım. Yeniden. Ve yeniden. Sesi beni rahatlatmaya yetene kadar buna devam ettim.
****
Telefonun çalan zil sesi uykumu bölmüş ve yatakta doğrulmama sebep olmuştu. Harry hala deliksiz uyurken onun telefonunun beni uyandırıp ona etki etmemesinin verdiği sinirle yerimden kalktım. Normalde odada çıt sesi duysa uyanırdı.
"Uyumaya devam et Louis."
Telefonun yanıp sönen ışığı onun kusursuz yüzüne vururken gözleri hala kapalıydı. Acaba bana uykusunda emir vermiş olabilir mi diye düşünürken birden yeşilleri parladı.
"Yatağına dön." diye tısladı telefonuna uzanırken.
Gözlerim istemsizce devrilmişti. Sıkıntıyla yorganı kaldırıp hala soğumamış yatağın içine girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cipa | larry ✓
Fanfiction"o giderse ölürüm baba! onu götürme..." hıçkırıklarının arasında babasının önünde çökerek yalvardı. bu hali kalbimi parçalara ayırmıştı. baron harry'den uzaklaşıp onu adamların arasında bırakırken yüzündeki gülümsemeyi görebiliyordum. beni tutan ad...