Hafif hafif esen rüzgar Ceylan'ın tenini okşarken, kollarını dizlerine daha sıkı sardı ve çenesini dizine yasladı. Sanki hiç yağmur yağmamış gibi sokaklar kupkuruydu. Havanın soğukluğu kırılmış, sabaha karşı olmasına rağmen sıcaklık bir kaç derece yükselmişti. Ancak yine de üşüyordu Ceylan. Belki korkudan, belki vicdanın sesinden eli ayağı buz kesmişti. Bir insanın canına maal olmak, nasıl bir şeydi hissetmişti bu gece Ceylan. O adamın yaşam ile ölüm arasında ki verdiği mücadeleye bizzat şahit olmuştu. Gözünün önünden gitmiyordu bembeyaz olan teni. Eğer bir şey olsaydı, vicdanını nasıl sustururdu bilmiyordu. Ailesine ne derdi? Belki evliydi, belki onu çok seven bir nişanlısı vardı? Sadece bir kişi yaralanmamıştı ki bugün Ceylan yüzünden. En azından iyi diye düşündü Ceylan. Ameliyat başarılı geçmişti aradıkları kanı kendisi verdiğinde biraz olsun rahatlamıştı içi. Elen'in ısrarlarına ve annesinin aramalarına dayanamayarak eve gelmişti amliyattan sonra. Bedeninde hissettiği yorgunluk iyi yaptığını söylese de gözlerinden uyku akmasına rağmen uyuyamamıştı.
'Ceylan, kahve yaptım sana. Gir içeriye artık, üşüteceksin.' dedi Elen elinde ki kahve fincanını salonda ki masanın üzerine bırakıp. Açık olan balkon kapısını doğru baktığında öylece etrafı izleyen Ceylan'ı görmesiyle ona doğru ilerledi. 'Sen iyi misin?' diye sordu Ceylan'ın yüzüne bakarken. 'Bak iyiymiş işte adam, daha neden harap ediyorsun kendini?' diye sordu yumuşacık sesiyle.
'Bilmiyorum Elen. Düşünüyorum sadece.' dedikten sonra dışarıyı izlemeye devam etti. Elen Ceylan'ı üzgün bakışlar atsa da açmadı ağzını. Ceylan için muhabbet bitmişti çünkü, belliydi.
....
Vücudunda ki uyuşukluğun bir zehir gibi damarlarında gezindiğini düşündü Demir. Gözlerini arayalamazken, kuruyan genzini temizlemeye çalıştı. Nerede olduğunu idrak dahi edemezken, odanın çözemediği tarafından gelen sesle sebepsiz bir rahatlama hissetti.
Hani küçükken olur ya, çok kalabalık bir yerde annenizin elini bıraktığınız o bir kaç dakika. Görmeyince, duymayınca yaşadığınız o panik. Sanki Demir'de o kalabalığın içinde kaybolmuştu ve yaşadığını tekrar hissetmeye şimdi başlamıştı.
'Hasta uyanıyor.'
Neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Karnında hissettiği müthiş sızı, kor ateş gibi tüm vücudunu yakıyordu. Telaşla tekrar aralamaya çalıştı gözlerini. Vurulmuştu... Ama neden? Zihnini hatırlamaya zorlarken en son barda Buse ve Mert'i hatırlıyordu. Ancak gerisi yoktu. Gozlerini bir çok kez denedikten sonra yavaşça araladı.
'Beni duyabiliyor musunuz?' dedi baş ucuna yaklaşan hemşire. Demir dudaklarını aralamaya dair takaat bulamazken başını aşağı yukarı doğru salladı. Etrafında bakışlarını gezdirdiğinde, kulağına makineden çıkan düzenli kalp atışlarını simgeleyen sesler ilişmişti.
Yaşamak için bir sebebi yokken, bütün bu odada ki cihazlar onun yaşaması için çalışıyordu. Bedenini yavaşça doğrultmaya çalıştığında karnına ve beline saplanan ağrıyla yerinden dahi kıpırdayamadığını farketti.
'Beyefendi, lütfen sakin olur musunuz? Hareket etmeyin.' dedi hemşire sakince. Demir ikinci kez yutkunarak boğazını biraz daha yumuşattığında vücudunda hala alkol ve narkozun geçmeyen etkilerini hissediyordu.
'Neden kurtardınız?' diye sordu zihninin köşesinde dün geceye dair kesitler dolaşırken. Hemşire şaşırarak Demir'in yüzüne baktığında, tekrar yutkunmaya çalıştı Demir. Gözlerini tavana dikerken, şu an ne hissettiğini algılamaya çalıştı. Acı problem değildi. Ancak garip bir şekilde mutsuzdu.
Dedesine haber vermişler miydi acaba? Bu sefer dedesi büyük ihtimalle Demir'i öldürebilirdi. Yaşamı boyunca dedesinin sakin geçirdiği bir gün yoktu. Demir kavga etti, Demir yaralandı, Demir vuruldu. Adam sitem etmekte haklıydı ancak, Demir'e bir kez olsun kızamıyordu. Bir kaç azarlamadan ileriye gidemiyordu yani. Demir'de her ne kadar dedesini sevse de bildiğini yoldan şaşmayacağı için pek umrunda olmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERCAİ
FanfictionHercai: Hiçbir şeyde kararlı olmayan, bir dalda durmayan, bir işi sonuna değin götürmeyen, aşkta bağlılığı bulunmayan kimse.