Konferans salonundan önce ben çıksam da şimdi o önde yürüyordu. En alt katta olan resim atölyesine gidiyorduk. Puppet'ın biz çıkarken söylediğine göre resim öğretmeni neler yapmamız gerektiğini biliyormuş. Yine Puppet'ın söylediğine göre benim çok yapmam gereken bir şey yokmuş. Sadece o günkü provada benim yapacağım pek bir şey olmadığı için Springtrap'e yardım etmemi istemiş. Açıkçası bunun iyi mi kötü mü olduğundan emin değilim. Sonuçta aşık olduğum çocukla çalışacaktım. Seni kullandığı için ona aşıksın, dedi iç sesim. Söylediği şey yüzümü düşürse de bozuntuya vermemeye çalıştım. Biz salondayken teneffüs zili çaldığından koridorlar doluydu. Springtrap'i kaybetmemek için yanından yürümeye başladım. Bana kısa bir bakış atıp ellerini cebine koydu.
Adımlarım onunkinden küçük olduğu için yavaş bir şekilde koşmam gerekiyordu. Ki bunu kalabalık bir koridorda yapak biraz zor.
-Biraz yavaşlasak, dedim sorar gibi
-Pardon, diye mırıldandı ve yavaşladı. O yavaşladığında ders zili çaldı. Koridorlar ışık hızıyla boşalırken etraftaki öğrencileri izledim.
Aramızda olan sessizlik beni tedirgin etse de içimden konuşma başlatmak gelmiyordu. Merdivenlerden indiğimizde 1. kattaydık. Bu koridor bizden alt sınıftakilerin. Yani dokuzlar ve onlar. Koridorun bir kısmında boylu boyunca metal krem rengi okul dolapları vardı. Bir kısımda da projeler ve geçen ayın başkanlık seçimlerinden kalma pankartlar vardı. Koridoru incelerken pencereden gelen ışığın duvarı aydınlattığını gördüm. İkimizin de gölgesine bakınca boy farkımız ortaya çıkıyordu. Ellerimi kaldırıp duvara yansıyan gölgeme baktım. Parmaklarımı oynatıp farklı şekiller yapmak beni nedensizce çok eğlendirmişti. Saçımı sabah yaptığım at kuyruğundan açıp savurdum. Saçlarımın gölgesi beni bir prenses gibi hissettirmişti. Ellerimi havada sallayıp gölgeme bakmamı sırıtması böldü. Ellerimi hemen aşağı indirdim ve tokamı cebime sokuşturdum
-Komik olan ne, dedim. Ya bana ya da duvardaki posterlere gülmüştü
-16 yaşında olmana rağmen çocukça hareketler yapman, dedi kısaca.
-Bir kere gölgelerle oynamak çocukça değil, diyecekken ne kadar saçma olduğunu fark edip sustum. Başımı öne eğip adımlarını izlemeye başladım.
-Bir dakika sen benim 16 yaşında olduğumu nerden biliyosun, dedim kafamı kaldırırken [YazarNotu: Mangle 11. sınıfta ama 16 yaşında. Normalde 11. sınıfta 17 yaşında olunur]
-Anaokuluna bir yıl erken- yani şey.. ne biliyim salladım; dedi. Dediği şey suratımda anlamsız bir gülümseme bırakırken yanından yürümeye başladım.
-Hakkımda araştırma mı yaptın, dedim ukala bir sesle. Bana yakın tarafta olan elini yüzüne götürüp kaşıyormuş gibi yaptı. Ancak biliyordu ki kürek kadar elinin yüzünün kızaran kısmını kapamadığını.
-Ne alakası var ya, dedi ve boğazını temizledi. Salladım dedim ya
-Peki öyle olsun, dedim ve bakışlarımı aşağı indirdim. Ne bitmeyen koridor arkadaş, dedi iç sesim. Dediği şeyle başımı kaldırıp etrafa baktım. Merdivenlere yaklaştığımızı görüp hızlandım. Neden? Bilmiyorum sadece atölyeye önce ben gitmek istiyorum. Tuhaf bir kızın ama iyisin ama tuhafsın. İç sesimin dediğini başımla onaylayıp merdivenlerden indim.
***
-Ağaç maketlerini kesin ve boyayın. Ben şimdi gitmeliyim hadi size kolay gelsin, dedi resim öğretmenimiz çantasını kontrol ederken
-Springtrap anahtarı sana bırakıyorum yarın alırım
-Tamam, dedi Springtrap soğuk bir sesle
-Hadi görüşürüz, dedi ve dışarı çıktı. Onun sınıf kapısından çıkışını izleyip Springtrap' baktım
-Ben ne yapayım, dedim. Bana boş gözlerle bakıp
-Sana söylediklerimi, dedi. Ve fazla ayak altında dolaşma, dedi. Son söylediği şey kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Ona kötü bakışlarımı atıp peşinden ilerlemeye başladım. Önce yeşil ve kahverengi boyaları kağıt bir tabağa döktü
-Ben ağaç maketlerini kesicem sende boya, dedi. Emir kipiyle konuşması sinirlerimi bozuyordu.
-Neden ben kesmiyorum, dedim. Bana kısa bir bakış atıp boyaları sıktığı tabağı -büyük ihtimalle çalışacağımız- masaya koydu
-90 santimlik bir mukavvayı bile taşıyamazken eline maket bıçağı vermek pek mantıklı değil, dedi gözlerini kısarak. Dediği şeyin doğru olması sinirlerimi tepeme çıkarırken keseceği maketleri boyamak için kendime bir fırça aldım. Yanına yavaş adımlarla gidip karşısındaki sandalyeye oturdum.
Önüme gelen saçı nefesimle arkaya itmeye çalıştım. Daha yeni saçımı yıkamıştım ve boya olması isteyeceğim bir şey değildi. Springtrap'e baktığımda beni izliyordu. Ben ona bakıca hemen gözlerini kaçırdı. Kesmesi gereken maketleri bitirmişti ama benim daha boyayacak 3 ağaç gövdem vardı. Ki saçım önüme geldiği için bu çok daha zorlaşıyordu. Kafamı iki yana sallayarak omzuma düşen saçları arkaya attım. Tokam vardı ama parmaklarımın uçları boya olduğundan ben toplayamazdım. Kafamın sağ taraflarında yanan ampulle aklıma hoş bir fikir gelmişti. Oh hayır, dedi iç ses. Oh evet, diye yanıt verdim ona
-Springtrap, dedim. Duvardaki resimlerde olan bakışlarını bana çevirdi. İstemsizce gözlerimi kaçırıp konuştum
-Saçımı toplar mısın?
-Neden ben, dedi net bir sesle.
-Şey benim ellerim boyalı ve saçım önüme-
Sözümü oturduğu yerden kalkıp bana yaklaşması böldü
-Tokan vardır heralde, dedi. Onu başımla onaylayıp
-Ceplerimden birinde, dedim. Elini iki cebime de sokup tokayı çıkardı. Bir süre tokanın etrafına dolanmış saçlara baktı ve arkama geçti. Saçımın tutamlarını yavaş yavaş alıp hepsini bir yerde topladı. Parmaklarının saçımın arasından geçmesi tüylerimi diken diken ediyordu. Saçımın etrafına tokayı gevşek bir biçimde dolayı karşıma geçti
-Mükemmel, dedi alaycı bir sesle. BİZE MÜKEMMEL DEDİ, diye bağırdı iç sesim. Fazla tutumcu iç sesimin bu tepkisi beni şaşırtsa da bozuntuya vermeden Springtrap'e döndüm
-Teşekkürler, diye mırıldandım
-Önemli değil, dedi ve az önce oturduğu sandalyeye yöneldi.