Kantinimizde papatya çayı olması ve sadece 3 lira olması beni çok düşündürüyor. Neden bu kadar ucuz? Neden var? Neden bu kadar az kişi alıyor? Bunlar sorulması gereken sorular.
Elimi kağıt bardağın etrafına koyup çayın sıcaklığını bütün vücuduma yaydım. Gerçekten rahatlatıcıydı. Oturduğum banktan kalkıp sınıfa yöneldim. Koridorlar boş ve sessizdi. Zaten boş olduğu için sessizdi. Kafamda deli sorular, saçma düşüncelerle sınıfa girdim. Sırama oturdum ve etrafı izlemeye başladım. Sınıfın erkekleri deve güreşi yapıyordu. Onları izlemekten sıkıldığımda Chicee yanıma hızlı bir biçimde geldi.
-MANGLE! dedi. Bağırmıştı ama fısıldayarak. Ona bakarak devam etmesini söyleyen bir bakış attım
-Sanırım ben biraz araştırma yaptım, dedi. Chicee'yi tanıdığımdan beri eğer biraz araştırma yaptım diyorsa bilmeniz gerekir ki bütün evren bir tık uzağındadır. Bütün bu "hackerlık" gücü nerden geliyor bilmiyorum ama işinde oldukça iyiydi.
-Korkuyorum ama devam et, dedim rahatsız okul sandalyesinde bağdaş kurarken.
-Şimdi, dedi i'yi uzatırken. Telefonunu çıkardı ve okumaya başladı.
-Bayan Lee'nin Psikiyatri Merkezi 2002 yılında açılmış ve şehrimizdeki en iyi tedavi merkezlerinden biriymiş, dedi. Onu dinlediğimden emin olduktan sonra devam etti.
-Bu yerin internet ağı üzerinden genel bilgilerine çoktan ulaştım. Ama bize asıl gerekenler hastaların kayıtları, dedi.
Ona devam etmesini istediğimi belli eden bakışlar atıp çayımı yudumlamaya devam ettim.-Bizim adamınız, dedi ve gözlerini devirdi. Beklediğimizden çok daha fazlasıymış Mangle, dedi Chicee.
Sesindeki ani düşüş meraklanmama sebep olmuştu.-Burda yani okulda konuşulacak kadar basit değil, çıkışta işin var mı; dedi
-Hayır, hayır yok; dedim hızlı bir şekilde
-Tamam o zaman bizim eve gel, bilgisayardan işimiz daha kolay olur.
Onu başımla onayladıktan sonra çayımın da son yudumunu aldım.-Sen çok manyak bişeysin, dedim ve ona sarıldım
-Görevimiz bu ciğerim, dedi ve sarılmama karşılık verdi.
***
-Yüksek derecede mitomani, trajedik geçen çocukluk ve düşük derecede bipolar
-Mitomani de ne, diye sordum
-Kendi yalanlarına inanma hastalığı tarzında bişey. Olmayan şeylerde olmuş gibi davranmak da denebilir
Springtrap ile ilgili olan bütün bu şeyleri öğrendikten sonra parçalar yerine oturuyordu. Onun evinde kaldığım gece söyledikleri gerçekten olmamış olabilirdi. Bu düşümce beni mutlu ediyordu. En azından istemediğim bir şey yapmamıştım. Ya da ben böyle düşünüyordum.
-Çantasında gördüğün haplar, dedi Chicee bilgisayar ekranına bakmaya devam ederken. Hapların ismini hatırlıyor musun, diye sordu.
-Hayır, dedim. Kabın üstündeki etiket soyulmuştu
-Hapların neye benzediğini hatırlıyor musun, diye sordu.
-Beyaz yuvarlaktı
Bir süre bilgisayarda bir şeyler yaptıktan sonra konuştu
-Mitomani hapları, diye açıkladı. Yanlış anlamadıysam yüksek dozda alıyormuş. Bu hapların yan etkilerinde de baş dönmesi, göz altı morlukları ve halsizlik var.
Yani bizimki uyuşturucu kullanmıyor hayırlı olsun. Hemen bir şeye varmayalım, diye susturdum iç sesimi.-Bak Mangle, dedi Chicee elini dizimin üzerine koyarken. Springtrap sorunları olan bir çocuk. Ona ne kadar değer verdiğini biliyorum ama düşündüğün biri gibi değil.
Dediği şeyler her ne kadar beni üzse de ona bişey diyemiyordum, haklıydı.-Ben gitsem iyi olur, dedim ve yerde duran çantamı tek omzuma taktım.
-Tek gitmek istediğinden emin misin, dedi oturduğu sandalyeden kalkarken. Evime kadar takip eden adamlar aklıma gelince istemsizce irkildim. O GÜN FOXY'YLE ÖPÜŞMÜŞTÜN HAHAHAHHA! İç sesimin gür ve sinir bozucu kahkahası kafamda yankılansa da ona tepki verebilecek bir halde değildim. Sadece eve gidip üzerime battaniye çekip bir süre ölü taklidi yapmak falan istiyordum. Yıkıksın Mangle, eskiden böyle değildin.
-Sorun olacağını sanmıyorum. Yalan söyleme dizlerinin titrediğini herkes görebiliyor.
-Eğer öyle diyorsan, dedi Chicee ve odadan çıktık.
Eve doğu yürürken yine aynı "çocukça" oyunumu oynuyordum. Yapraklara basıp puan topladığım.
Evimin olduğu sokağa geldiğimde oyunumu bıraktım ve etrafa bakındım. Komşuların arabaları dışında yabancı bir şey yoktu. Tekrar bakındıktan sonra eve hızlı adımlarla ilerledim ve çantamın ön gözünden anahtarımı çıkardım.
İçeri girip ayakkabılarımı çıkardım. Evde olmak rahatlatıyordu. Uzun zamandır hissetmediğim güven duygusunu az da olsa aşılıyor diyebilirim.
Bir süre olduğum yerde dikildim ve omuzlarımı düşürdüm. Mutfağa ilerledim ve günler önce sipariş ettiğim,masadan kaldırmaya tenezzül dahi etmediğim hamburgerin yarım kalan patateslerinden birkaçını ağzıma attım. Günlerdir dışarda olduğundan dolayı kurumuşlardı ama evde başka yenecek bişey yoktu. Yeni bir şey sipariş edebilirdim ama yeter yani. Kaç gündür burnumdan geldi yav yeter bıktım. Üst kısımları 2 kat fazla kirleniyor. Yeni finish quantum'u denediniz mi?
İki iç sesimin 2010 reklamlarını ezbere bilmeleri beni az da olsa gülümsetmişti. Boş şeyletir hep aklımda takılı kalırdı. Gereksiz ve artık bilmeye düşünemeye ihtiyacım olmayan ne varsa aklımda dönerdi. Mesela Springtrap. İç sesim bana iyilik yapıp yine kendisini hatırlatmıştı.
Çok sevgili iç sesime teşekkürkerimi ikettikten sonra yaklaşık 10 dakikadır içine baktığım buzdolabının kapağını kapattım. Mutfaktan çıkıp salona yöneldim. Burda bıraktığım kıyafetlerden en rahatlarını alıp üzerime geçirdim. Büyük, geniş ve bol yastıklı koltuğumuza kendimi bıraktıktan sonra televizyonu açtım. Bir süre boş boş kanalları gezdikten sonra gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladı. Kenimi uyanık tutmak istemiyordum. Zaten bu son günler beni olabildiğince yormuştu. Koltuğun diğer ucundaki battaniyeyi ayağmla kendime yaklaştırdım ve özerime örttüm. İyice yerleştikten sonra gözlerimi kapadım.