Telaşla yaklaşık bir dakika önce çaldığım kapıya tekrar vurmak için yumruğumu kaldırdım ve zili es geçerek kapıyı üç kez yumrukladım. Sağanak vardı ve üzerimdeki ince, uzun kollu tişörtüm ve siyah hırkam sorun değildi; asıl üşüyen yer bacaklarımdı çünkü gecenin bir yarısı eve gelmiş ve yatmak için hazırlanırken annem odaya dalarak bu saate kadar ne bok yediğimi sormuştu. Ona arkadaşlarımla içtiğimi söylememe gerek yoktu, zaten birkaç metre öteden fark edeceğiniz bir şekilde ucuz içki kokuyordum. Ama açıkçası, annem omzumdan tutup beni dışarı sürüklerken 51 yaşındaki bir kadının bu kadar güçlü olacağını düşünmezdim. Eh, Jack de evden kovulan ilk kişinin ben olacağını düşünmezdi muhtemelen.
Yağmur mümkünmüş gibi hızını arttırırken üzerimdeki hırkayı çıplak bacaklarıma sarmayı düşündüm. Baksırla yattığım ve annem beni dışarı attığı için üzerimi değiştirecek zamanım olmamış, gururumdan ötürü kapıyı çalıp özür bile dilememiştim. Annem büyük ihtimalle döneceğimi sanmıştı.
Zili tekrar çaldım; ardından kapıya vurmak için kaldırdığım elim, kapının açılmasıyla havada kaldı. İçerideki ışık açıktı, gelen kişiyi rahatlıkla görebiliyordum ve şunu söyleyebilirim ki Natalie olmadığı kesindi. Natalie'nin saçları kumral, kesinlikle yeşil değil. Ayrıca Natalie'nin yüzü daha zayıf, kolları ve bacakları da öyle; o, sıska biri. Onun dudakları bu kadar kırmızı değil ve Tanrı aşkına, Natalie'nin göğüsleri var!
"Tek bir kelime söyle ve sonra yüzünü dağıtmama hazır ol, orospu çocuğu."
Ve, söylemeden geçemeyeceğim, Natalie'nin sesi bu kadar yumuşak değil.
"Sen kimsin?" diye sordum ve bunun saçma bir soru olduğunu düşünebilirsiniz ama sevgilimin ailesinin evine geliyordum ve karşıma üzerinde sadece baksırı olan bir erkek çıkıyordu, ne diyebilirdim ki?
Hırkamın yakalarından beni tutan elleri hissettim ve ne olduğunu anlayamadan sırtımı ahşap, beyaz kapıya yaslanmış halde buldum. Üzerimdeki su damlaları saçlarımdan ve bacak aramdan yere doğru damlıyordu fakat çocuk bunu umursuyor gibi durmuyordu. Sıcak nefesi yüzüme çarparken nefret dolu gözlerini gördüm, kesinlikle korkutucu görünüyordu. Yüzüme inecek olan yumruk için kendimi hazırlamışken, alışık olduğum sesin birinin ismini söylediğini duydum ve o cesaretle gözlerimi açtığımda sol elmacık kemiğimin üzerine sert bir yumruk yedim. Kafamı kapıya vurduktan sonra yere düşerken, tek elimle gözümü tutuyordum; hoş sesler çıkardığım söylenemezdi. Natalie'nin aynı ismi öfkeli bir çığlıkla tekrarladığını duydum, ardından yaklaşan ayak seslerini dinledim ve sağ gözümü araladığımda sevgilimin kapıyı hızla kapattığını gördüm. Endişeyle bana bakıyordu, pürüzsüz elleri yanaklarıma kaydı. "İyi misin, bebeğim?"
Kafamı salladım, sol tarafımda tarif edemeyeceğim bir ağrı vardı ve başım çatlıyordu. Natalie öfkeyle sola döndü, elleri yanaklarımdan çekildi ve merdivenlerin henüz iki basamağını çıkmış olan oğlana doğru bağırdı. "Michael! Buraya gel ve özür dile!"
Michael durmadı, bu tarafa bile bakmamıştı. Natalie bir oflama eşliğinde yeşil gözlerini devirdi, ardından varlığımı hatırlayarak bakışlarını bana çevirdi ve gözlerinde şefkatli bir ifade belirirken elini elmacık kemiğimin üzerinde duran sol elimin üstüne koydu. "Bakacağım."
Kafamı sallayarak elimi yavaşça çektiğimde onun yüzünü buruşturmasından pek iyi görünmediğimi anlamıştım. Kalkmamda yardımcı oldu, biraz arkamızda kalan beyaz kanepeye uzanmamı sağladı ve sonrasında bana bir torba buz getirip ne olduğunu sordu. Bu sırada yerdeki çamuru silmek için bir paspas da getirmişti. Sabahın 3.22'sinde; o, parkeyi temizlerken ve ben de yüzümün yarısını kaplayan bir buz torbasıyla uzanırken, annem ile olan kavgamı anlatmaya başladım ve Natalie beni hiçbir şekilde yargılamadı, sandığımdan ve sanacağınızdan çok daha iyi bir kız arkadaştı.
luke ne diyon ya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kill him with kindness || muke
Fanfictionhep pamuk kalpleri çiğnersin o küçük sözlerinle, hatırlamayacaksın bile.