Hasta olmak, tek kelimeyle iğrençti. Bedeninizi saran halsizlik her an düşecekmiş gibi hissetmenize sebep olurdu, küçük bir esintide bile yere serilecekmiş gibi. Yürümeyi geçtim, düşünmek bile fazla zordu; kafatasınızda, beyninizi saran bir sis bulutu vardı sanki; hareketlerinizi yorumlayacak enerjiye sahip değildiniz. Baygın bakışlarınız olurdu, mutluluk çok uzak bir duygu gibi hissederdiniz. Öksürükler, hapşuruklar ve tüm gün yatakta kalma isteği ise rahatsız edici eklerden sadece birkaçıydı.
Hastalık, Michael'a karşı hissetmeye başladıklarım gibi. Vücudum bu konuda fazla dayanıksız çünkü küçüklüğümden beri sadece birkaç kere hastalandım ve daha önce hiç aşık da olmadım.
"Luke?" Natalie kapıyı tıklatıp açtığında ona baktım. Birkaç saniye gözleri üzerimde oyalansa da sonrasında hızla arkasında kalan kapıyı kapattı. Elindeki karton bardağı yanımdaki komodine bırakırken endişeli bir ifadesi vardı.
"İyi misin?" diye sordu elini yanağıma koyarken. Garip hissettiriyordu, eskisinden çok uzak. "Bir yerin ağrıyor mu? Hemşire çağırayım mı? Tanrım, Michael sana bir şey yaptı, değil mi?"
Sorularını sıralarken, belki de ilk söylemem gereken bok gibi hissettiğimdi fakat her zamanki gibi Michael'a takılıp kalmıştım. Natalie neden onun bana zarar vereceğini düşünmüştü? Kabul etmeliyim ki Michael kaba biriydi. fakat insanlarla kavga etmek isteyen bir yapıya da sahip değildi. O daha çok, bununla uğraşmayacak biri gibiydi.
Ama bunu nereden bilebilirdim ki? Michael'ı ne kadar zamandır tanıyordum da böyle bir sonuca varmıştım? Üç ay falan olmuş olmalıydı, belki daha az, onu kardeşinden daha iyi tanıdığımı söyleyemezdim, değil mi?
Cidden, onun hakkında ne biliyordum ki?
"O bir şey yapmadı" dedim yine de. "Hasta gibiydim zaten. Mutfakta bayılmışım."
"Michael anlatmadı." Natalie sesinden anlaşılan bir kızgınlıkla konuştu. "Sadece beni aradı ve seni hastaneye götürdüğünü çünkü bayıldığını söyledi."
"Beni o mu getirdi mu?"
"Sanırım öyle" dedi Natalie omuz silktikten sonra. Yüzü saniyeler içerisinde tekrar endişeli bir ifadeye bürünürken, sağ elini alnıma koymuştu. "Ateşin var sanki. Nasıl hissediyorsun? Aç mısın?"
"Yorgunum" diye mırıldandım. Öyle bitkindim ki, sonsuza dek uyuyabilecekmiş gibi hissediyordum. Midem bomboştu ve yemek yemem gerektiğini biliyordum ama yemek istemiyordum, umurumda değildi.
Michael neden yoktu?
"Doktoru çağıracağım" dedi Natalie hızla kapıya doğru ilerlemeden önce. "Hemen dönerim."
Dışarı çıkarken ona yalnız kalmak istediğimi söylemek istedim. Kimseyi yanımda istemiyordum. Bunun mızmızlanmak gibi görüneceğinin farkındaydım fakat çocukluğumdan beri doğru düzgün mızmızlanmamıştım. Küçükken grip olduğumda, annem abilerime de bulaşmaması için onlara bir maske takardı ve bu, aptalca biliyorum ama, kendimi daha az değerli hissetmeme sebep olurdu, asıl hasta olan ben değilmişim ve annem bana daha çok ilgi göstermiyormuş gibi. Bir yerlerim ağrıdığı için ağladığımdaysa kaşlarını çatar, kafasını iki yana sallayarak beni ayıplardı.
Annem her zaman en iyisini yapmıştı. Ben şımarığın teki olmak istediğim için bana özel muamele gösteremezdi.
Ah, düzgün düşünemiyordum.
Kapı çaldığında kolumla yüzümü kapadım. Ağlıyordum ve söylediğim gibi, kimseyi görmek istemiyordum. Sadece ağlamak ve ağlamak ve daha çok ağlamak, her şey karmakarışıkken ihtiyacım olan buydu.
Ama gelen annemdi, tüm düşüncelerimi duymuş gibi. Bu, garipliğin de ötesindeydi.
"Natalie aradı" dedi. Onun sesini duyduğumda kolumu gözlerimin önünden çekmiştim ve şaşırtıcı bir şekilde oradaydı, bu bir hayal ya da başkası değildi, Liz Hemmings, yüzünde şefkatli bir gülümsemeyle bir hastane yatağında, kolunda serumla ve yanaklarında gözyaşlarıyla yatan oğluna bakıyordu. "Kötü göründüğünü ve küçük Lucas'ımın bana ihtiyacı olduğunu, tecrübeli annesi olmadan yapamayacağını söyledi."
Güldüm. Hâlâ ağlıyordum. "Öyle söylemediğini ikimiz de biliyoruz."
"Belki biraz değiştirmiş olabilirim."
Ve annem ne olduğunu sormadı. Neden ağladığımı, neden bayıldığımı, Natalie'nin onu aramasına sebep olacak kadar büyük olan sorunun ne olduğunu, neden üzgün göründüğümü; bir saate yakın bir süre boyunca bu sorular ne kadar dilinin ucuna kadar gelmiş olsa da tek kelime etmedi ve ben tekrar ağlamaya başladığımda sadece saçlarımı okşadı. Gelen doktoru ve Natalie'yi kapıdan geri çevirdi. Sessizliği sağladı. Ağlamama izin verdi.
Annem, ben ona anlatmasam da bir şeyleri anlıyordu ve bunun için ona ne kadar minnettar olursam azdı. Liz Hemmings gerçekten iyi bir anneydi, her ne kadar küçük oğlunu evden atmış olsa da.
Sonrasında tahmin edilebilecek şeyler oldu. Annem bir saat sonra gitmesi gerektiğini, fırına koyduğu bir lazanyası olduğunu söyledi ve beni saçlarımdan öpüp yüzümdeki nemi bir peçeteyle temizledikten sonra gitti. Onun ardından Natalie, doktor ile birlikte içeri girdi ve doktor beni kısaca muayene edip gidebileceğime karar verdikten sonra ilaçları almamı unutmamamı söyledi. Natalie beni ayağa kaldırdı. Ne kadar berbat hissediyor olsam da beni eve -kendi evine- kadar götürdü. Arabayı süren oydu, ilaçlarımı alan oydu, park ettikten sonra kapımı açan oydu, zayıf kollarını belime sarıp beni odasına kadar taşıyan oydu.
Michael evde yoktu.
aman allahım bölüm atmışım
kıyamet yakındır
![](https://img.wattpad.com/cover/122396299-288-k211213.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kill him with kindness || muke
Fanfictionhep pamuk kalpleri çiğnersin o küçük sözlerinle, hatırlamayacaksın bile.