❝ gönderileceğim tek cennet seninle yalnız olduğum zamandır ❞

496 58 32
                                    

"Hayır, anne, tartışmamız gereken konu şu ki ben senin oğlunum ve lanet olası birkaç haftadır eve gelmiyorum ve sen beni aramıyorsun bile!"

Annem, cümlenin sonunu dinlememiş gibi "Küfür etme, Lucas" derken ismimi düzgün söylememesine mi yoksa beni umursamamasına mı iç geçirmem gerektiğini şaşırmıştım. Sakinleşmek adına derin bir nefes aldığımda hattaki hışırdamadan annemin de aynı şeyi yaptığını anladım, tek elimi destek için tezgahın kenarına yasladım. "Beni neden aradın?"

"Kampüsten mesaj geldi" dedi Liz Hemmings umursamaz bir ses tonuyla. Omuz silktiğini hayal edebiliyordum. "Birkaç haftadır okula gitmiyormuşsun."

"Beni evden attığın için-"

"Okuluna git, Luke. Sonra konuşuruz."

"Dur-"

Annem durmayarak telefonu yüzüme kapattığında birkaç saniyeliğine şaşkınlıkla kapanan ekranıma baksam da sonrasında telefonu öfkeyle tezgahın üzerine bıraktım. Derin bir nefes alırken, Michael Clifford'un sesi de bana eşlik etmişti. "Bir süre daha buradasın, ha?"

Sağımdan gelen sesine döndüm; buzdolabını açmış, biraz eğilmişti ve onu dün geceki baskınımdan beri ilk kez görüyordum. Yeşil saçları elimle taramak için bir arzu besleyeceğim şekilde karışık duruyordu ve dudakları öncekilerden daha kırmızı gibiydi ya da sadece ben öyle düşünüyordum, göz altlarındaki mor halkları görebiliyordum.

Dolaptan bir süt kutusu çıkardı ve o, bunu yaparken tezgahtahi kırmak için çıkardığım yumurtalar aklımdan çıkmıştı. Michael üst dolaplardan birinin kapağını açtığında gözlerimi zorlukla ondan çektim ve tezgahın üzerindeki üç yumurta ile telefonuma baktım. Yaklaşık bir dakika önceki kadar öfkeli hissetmiyordum, hatta annem ile yaptığım konuşmadan eser yoktu.

"Öyle gözüküyor" diye mırıldandım, Michael kendisine mavi renkli bir tas çıkarırken. Bana doğru ilerlediğinde arkamdan geçeceğini düşünerek bakışlarımı ondan çektim fakat Michael Clifford, tahminimin aksine, tam dibime yerleşti.

Üzerindeki tek parçanın geniş iç çamaşırı olduğunu söylemiş miydim?

Anlayamadığım bir şekilde kendimi geri çekilmek zorunda hissettim. İlk kez yarı çıplak bir erkek gören kızlar gibi davrandığımı biliyordum ama umurumda değildi, sadece Michael beni kötü etkiliyordu. Bu yüzden sola doğru bir adım atmak için hareketlendiğimde bana izin vermeyerek arkama geçti ve sikeyim, elleri, tezgahın kenarına yaslanan ellerimin hemen yanındayken ve bedenlerimiz birbirine yaslıyken kendimi fazla gergin hissediyordum. Michael'ın nefesini ensemde hissediyordum, giydiğim uzun kollu tişörte rağmen tenlerimiz birbirine değiyormuş gibiydi ve avucumdaki nemlenmeden terlemeye başladığımı anladım. Böyle bir hareketi Natalie yapsa da aynı şeyleri hissedeceğimden emindim.

"M-Mich-"

"Luke..." Michael fısıldadığında, dudaklarının küçük dokunuşunu ensemde hissettim. Bunu sadece hayal etmiş olabilirdim fakat kırmızı dudaklarının tenime sürtme düşüncesi başımı döndürüyordu.

Luke Hemmings ne zamandan beri kalın dudaklı erkekler hakkında düşünmeye başlamıştı?

Michael'ın az önceki fısıltısı kafamın içinde yankılanırken güçsüz hissettim, bacaklarımı bir titreme sarmış gibiydi fakat iyi olduğumu biliyordum, yine de kendimde ayakta duracak gücü bulamadığım için tezgaha tutunan ellerime daha çok yüklendim. Michael dibimdeydi, hareket etmiyordu; sırtıma yapışan göğsünü ve kalçalarımda penisini hissedebiliyordum ve tüm bunların dışında, aldığı her nefes ensemdeki saçları dalgalandırırken zihnimin aynı anda bu kadar fazla tehlike alarmı çalabileceğini düşünmemiştim.

"M-Michael, b-biraz-"

"Ne?" diyerek sözümü kesti, zaten cümleyi tamamlayacak kadar iyi hissetmiyordum. Nefesi tüylerimi ürpertiyordu. "Dün gece bunu hayal etmediğini söyleyemezsin, Luke."

Ah, ismimi bu kadar güzel telaffuz eden biriyle karşılaştığımı hatırlamıyorum.

Ama dün gece derken neyden bahsediyordu? Tanrım, eğer inlemelerimi duyduysa ve durumu anladıysa utançtan yüzüne bakamazdım.

Belimde Michael'ın elini hissettim, parmakları öne ve aşağıya doğru kaydı ve kasıklarımın altında, iç bacağıma ulaştığında kafamı öne yatırdım. Bedenimin neredeyse tamamının yükü tezgaha yaslanan ellerimdeydi ve Michael'ın eli iç bacağımda dururken, siktir, inlemeden nefes almak bile büyük bir iş sayılırdı; kafamı geriye atmak için derin bir istek duyuyordum.

"Kendine dokunurken daha sessiz olmalısın." Michael, parmaklarını sıkılaştırırken söyledi. Pantolonum, altındaki cildim ile birlikte Michael'ın sıkmasıyla büzüşürken kendimi patlayacak gibi hissediyordum. Kız arkadaşımın erkek kardeşi hemen arkamdaydı; sağ eli kasıklarımın altından bacağımı tutuyor, sıkıyordu ve göğe yükselmek üzereydim. Siktiğimin utancı umurumda bile değildi.

"Hey."

Siktir.

Siktir.

Siktir.

Natalie ne zaman eve girmişti?

Michael'ın elinin çekildiğini, yukarıdaki dolaplardan birinin açıldığını hissettim. Michael dolaptan, çıkan sesten anladığım kadarıyla -ki o haldeyken çıkan sesleri algılıyor olmam bile bir mucizeydi- mısır gevreğini almıştı. Ben hâlâ ayakta duramayacağımdan eminken, o rahatlıkla geri çekildi ve benden iki adım uzaklaşarak tezgahın diğer ucundaki mavi tasına mısır gevreğini dökerken kardeşini cevapladı. "Günaydın."

Kendimi zorlayarak, omzumun üzerinden Natalie'ye baktım ve "Günaydın" dedim yapmacık bir gülümsemeyle. O an, hayatımı tamamen etkileyecek bir durumun farkında varmışken, gerçek bir gülüş sunmam beklenemezdi.

Siktiğimin Michael Clifford'u derinliklerimde bir yere dokunuyordu ve bunu sadece konuşarak bile yapabiliyorken ve bunun farkındayken, onunla nasıl aynı evde yaşayacağımız büyük ihtimalle zihnimi birkaç gün boyunca kurcalayacak olan düşünceydi.

kill him with kindness || mukeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin