"Sana Michael'dan bahsetmeliydim, değil mi?"
Annemin yanındayken tadına alıştığım brokoli yemeğinin ardından geçirdiğimiz müstehcen saatlerin sonunda, kız arkadaşım Natalie ile aramda santimler varken ve nefeslerimizi henüz düzenlemiş, dakikalardir tavanı izlerken söylediği cümle kafamı ona çevirmemi sağladı. İnce, biçimli kaşları cevabımı beklercesine havaya kalkmıştı ve çimen yeşili gözleri bana odaklıydı. Omuz silkerek tekrar tavana bakmaya başladım. "Sadece iki aydır sevgiliyiz, bahsetmemen normal."
"Üzgünüm" diye mırıldandı uykulu sesiyle. Bildiğim kadarıyla ailesi bir başka eyalette yaşıyordu, Natalie ise bir yıldır buradaydı. Onunla bir gece kulübünde tanışmıştık ve o gece, kulübün üst katındaki çift odalarından birine geçmeden önce sarhoş kelimeleri ve güzel yüzüyle bana bunları anlatmaya başlamıştı. O zamanlar yeni okulunda hiçbir arkadaşı yoktu, ayrıca ailesi de yanında olmadığı için bir bakıma bunalımdaydı ve o geceden sonra beni bırakmadı; benim de onun kadar meleksi birini bulduktan sonra çekip gidecek halim yoktu. İki aydır çoğu zamanımızı birlikte geçiriyorduk. Çalışmıyordu, ailesi tüm okul ihtiyaçlarını karşılıyordu ve her ay banka hesabına düzenli olarak yüklü bir miktar yatırıyorlardı.
Fakat bazen, Natalie sıcak aile evlerini ve mutfaktan gelen annesinin kahkahalarıyla büyük ekran televizyondaki babasının izlediği maçın spikerinin heyecanlı sesini özlediği zaman, yanında birine ihtiyaç duyuyordu ve şu iki aylık zamanda dibinden ayırmadığı kişi bendim. Sadece iki ay birlikte olabiliriz fakat onu çocukluk arkadaşı Daniella'dan daha iyi tanıdığıma iddiaya bile girerim. İlk buluşmamızda Natalie neredeyse her şeyini bana anlatmıştı. Küçükken geçirdiği sinir krizlerinden, eski okulundaki biyoloji öğretmenine beslediği aykırı hislere kadar, neredeyse her şeyi. O gün ağzından kardeşi hakkında bir şeyler kaçırmış olsa da bunu ustalıkla örtbas ettiği ve ilişkimizin devamında ondan bir daha bahsetmediği için erkek kardeşi zihnimde çoktan unutulup giden bir yanlış anlaşılmadan ibaretti.
Natalie yatakta biraz aşağı kayarak bana yaklaştı, kafasını göğsüme yasladığında elimi onun sırtına indirdim ve o, göğsümde işaret parmağıyla daireler çizerken belini nazikçe tutmaya devam ettim. Teninin sert dokusu hoşuma gidiyordu.
İşaret parmağının hareketleri yavaşladı ve tamamen durduğunda uyuduğunu anladım, bakımlı tırnakları tenimin üzerinde hoş bir görüntü yaratıyordu ve ona bakarak uyuyabilirdim, erkek kardeşi bağırarak içeri dalmadan önce planım da buydu.
"Natalie!"
Natalie, Michael'ın bağırışıyla sıçrayarak geri çekildi ve ben hızla üstümüzü örtmek için battaniyeyi çektim ki fazla çekmiş olmalıyım ki ayaklarım açıkta kalmıştı. Parmak uçlarımın telaşla kıvrıldığını hissedebiliyordum.
"Odama öylece dalamazsın, Michael." Natalie öfkeyle söylerken Michael bunu umursamadı ve iki elindeki ojeleri kaldırdı. Yüzünde heyecanlı bir ifade vardı. "Bana oje sürmelisin!"
Kız arkadaşım oflayarak arkasını dönerken az önceki huzur verici anımızı böldüğü için Michael'a küfürler yağdırabilirdim fakat nedenini bilmediğim bir şekilde içimde ona karşı bir öfke oluşmamıştı, oysaki bunu yapan Jack olsaydı şimdiye kavga ediyor olurduk.
"Hadi ama!" Michael beyaz parkede huysuzlukla zıpladığında bile Natalie ona dönmedi. Erkek kardeşi gözlerini kısıp ona bakarken, kapıdan çıkacağını düşünmek aptallık olurdu. Gözlerindeki kararlı ifadeden bu işin burada bitmeyeceğini anlamıştım ve Natalie Clifford'un ilişkimiz boyunca en öne çıkan özelliklerinden birisi varlığından asla vazgeçmeyeceği inadıydı. Yutkunarak yataktan doğrulurken Michael'ın gözleri bir anlığına bana çevrildi, Natalie'nin de bana döndüğünü yatağın hareketinden hissedebilmiştim. "Ben yapabilirim."
Liz Hemmings hakkındaki bir diğer ayrıntı, her zaman bir kız çocuğu istediğiydi. İlk iki erkek çocuğundan sonra Hemmings çifti son şanslarını benden yana denemişlerdi ve ben henüz birkaç haftalıkken annem evi rengarenk taytlar ve kıyafetlerle doldurmuştu bile. İnanır mısınız, bir tütüm bile vardı ve onu beş yaşına kadar giymiştim; annem iki yaşında giydirmeyi bıraksa da sevdiğim için giymeye devam etmiştim. Babam sonunda cinsiyet değiştireceğimden korkarak tüm kızlara uygun olan kıyafetleri çöpe attığında annem ile birkaç gün konuşmamışlardı.
Anlayacağınız, annemin kız çocuk sevdası hem bana hem de babama pahalıya patlamıştı fakat annem bundan ben 10 yaşına gelene kadar vazgeçmedi. Yaşıma göre fazla uzun olan saçlarımı evdeyken topluyor, dudaklarıma ruj sürüyor ve babam sorduğunda çatlamaması için olduğunu söylüyordu. Dokuz yaşındayken oje sürmeyi, onun tırnaklarıma sürdüğü onlarca seferden sonra öğrenmiştim ve filmlerdeki kızlar gibi birbirimize oje sürmeye başlamıştık. Annem, iş yerindeki arkadaşlarından birinin tam bir kaltak olduğu hakkında konuşurken bunun eğlenceli olmadığını söyleyemezdim.
"Harika!" Michael hızla yanıma geldi, elimi tutup beni çekiştirdiğinde kalçam hafifçe yataktan kalksa da çıplaktım ve onun beni bir kez daha çıplak görmesine izin verecek değildim.
"Pekala, Michael," ellerimizi ayırırken söyledim. "Sen mutfağa geç ve beni bekle, tamam mı? Hemen geleceğim."
Michael gülerek kafasını salladı ve ojeleriyle hızla odadan çıktığında onun bu heyecanına şaşırırken Natalie'nin kıkırtısı kulaklarıma dolmuştu. "Hey, oje sürmeyi bildiğinden haberim yoktu."
Yatağın yanındaki komodinin kenarında duran iç çamaşırımı alırken alayla cevap verdim. "Annemin kız çocuk istediğini söylemiştim."
Natalie tekrar güldü, doğrularak omzuma bir öpücük kondurdu ve geri çekilmeden önce kısık sesiyle teşekkür ettiğinde gülümsedim. Eşofmanı giymeye üşenerek yerdeki tişörtümü elime aldım, odadan çıkarken Natalie de uykusuna devam edebilmek için arkasına dönmüştü. Alt kata inene kadar tişörtümü giydim ve mutfağa girdiğimde Michael masanın etrafına dizilen sandalyelerden birinde oturuyordu, masadaysa biri siyah ve diğeri beyaz olmak üzere iki farklı oje kutusuyla biraz pamuk, ayrıca aseton bulunuyordu.
"Siyah mı beyaz mı?" diye sordum karşısındaki sandalyeye otururken. Michael sandalyesinden kalktı ve biraz sağa çekilerek tüm bedenini görmeme izin verdi. Altında dizleri yırtık bir pantolon vardı; üzerindeki önünü açık bıraktığı, siyah ceketinden göründüğü kadarıyla 'Siktir git' yazan bir tişört giymişti. Dudakları sıradan bir kızın ruj sürerek elde edebileceği bir biçimde kırmızıydı ve yeşil gözleri, saçları ile fark etmemenizin imkansız olduğu bir uyum yakalamıştı. Clifford kardeşler olarak bu kadar bu kadar muhteşem gözükmek zorundalar mıydı? Kendimi bu evde fazla yetersiz hissediyordum.
"Siyah mı beyaz mı?" diye sordu yüzündeki endişeli ifadeyle. Neden bu şekilde göründüğüne anlam veremedim, onun kadar güzel olsaydım kesinlikle hiçbir şeyi kafama takmazdım.
"Siyah" diye mırıldandığımda boğuk çıkan sesimden ötürü boğazımı temizlemek zorunda kaldım. Michael "Emin misin?" diyerek sandalyesine geri otururken siyah ojeyi aldım. Simsiyah giyinmişken ona beyaz sürmemi mi bekliyordu? Bunun için üzerinde beyaz renkli en az bir parça olmalıydı.
Elini bana uzattı ve ilk olarak baş parmağına ojeyi sürmek için elini tuttuğumda teninin yumuşaklığına birkaç saniye şaşırdım. Natalie'nin cildinin sert dokusuna kıyasla daha yumuşacık ve soğuktu. Ojeyi sürmeye başladıktan kısa bir süre sonra Michael geçen ay barda tanıştığı birini anlatmaya başladı ve tüm parmakları siyah boyayla kaplanana kadar konuştu. Şundan eminim ki, içtenlikle nefret ettiğiniz bir şarkıyı söylese o şarkıyı favoriniz haline getirebilirdi.
Ojenin kapağını kapatırken parmaklarına gülümseyerek baktı ve sonra hızla ayağa kalkıp yanıma geldi. "Teşekkür ederim! Teşekkür ederim! Teşekkür ederim!"
Ona önemli olmadığını söyleyecekken, yanaklarıma bastırdığı dudaklarıyla dondum. Ojeyi masaya bırakacak olan elimin hareketini kestiğinin farkında bile değildim. Michael geri çekildi ve sevinçle mutfaktan çıkarken yanaklarımın yanmaya başladığını hissettim. Kızlar ilk öpücüklerini alırken böyle mi hissediyordu? Çünkü az önce Michael Clifford, bir erkekten alabileceğim ilk öpücüğü çalmış sayılırdı -sadece yanağımı öpmesi sikimde değildi, üşümeye başlamıştım.
Cidden, bu çocuk ne bok yapıyordu?
sexs
![](https://img.wattpad.com/cover/122396299-288-k211213.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kill him with kindness || muke
Fanfictionhep pamuk kalpleri çiğnersin o küçük sözlerinle, hatırlamayacaksın bile.