"Hey, Luke."
Biraz uzaktan gelen ve boğuk çıkan bir ses vardı. Kim olduğunu bilmiyordum ama buna kafa yoramayacak kadar uykuluydum, beni rahat bırakmasını umarak bacağımı üzerine attığım battaniyeye biraz daha sarıldım ve bir şeyler mırıldandım fakat ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, düzgün kelimeler olduğu bile şüpheliydi.
"Luke, nefes alamıyorum." Bir kıkırdama ardından bu kelimeler döküldüğünde, zihnim daha fazla uyuyamayacağıma karar vermiş olacak ki sesin sahibini analiz etmişti ve bu kişi, gözlerimi hızla açmama sebep oldu. Michael Clifford.
Dibimde duruyordu, cidden dibimde duruyordu. Yeşil gözleriyle gözlerim arasında santimler vardı, kabul etmeliyim ki yakından çok daha muhteşem duruyorlardı ve bu durum, neden bu kadar yakın olduğumuzu sorgulamama sebep olduğunda şunu fark etmiştim:
Sarıldığım şey battaniye değildi, Michael Clifford'un ta kendisiydi.
Kollarımı ve bacaklarımı çekmek amacıyla yaptığım hızlı hareketin sonucu, yatağın ucunda olduğumun farkında olmadığım için, yeri boylamam olmuştu. Michael bana gülerken, utançtan ne yapacağımı şaşırdım bir an. Onun odasında, onun yatağında, ona sarılıyordum ve bu bile yüzümü kıpkırmızı bir hale sokuyordu. Belki bir erkek için fazla kızarmıştım. Ya Natalie neredeydi? Bizi görmüş müydü? Aman Tanrım, gördüyse bu son anlarım olmalıydı.
"Kalkmak ister misin?"
Michael'ın doğrulduğunu ve bana elini uzattığını gördüm. Kafamda dönüp dolaşan, paranoyak cümleler de onun sesiyle beraber dağıldı. Gerçekten çok parlak bir gülümsemesi vardı ve hemen arkamızdaki pencereden, perdeden dolayı yüzünün yarısına vuran ışık onu tam bir melek gibi gösteriyordu, öyle ki, büyük bir ışık hüzmesiyle göğe yükselebileceğinden korkmuştum. Aptallık. Eğer bir melek olsaydı onu göremezdim bile.
Düşüncelerime ara verme kararı alarak elini tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim. Yere düştüğüm için kalçam ve başım ağrıyordu. Normal bir gün olsa, bu durum kesinlikle günümü boka çevirirdi fakat Michael'ın yanında uyanmışken kötü bir gün geçirme olanağım, ihtimal dahilinde bile değildi.
O; önümde sadece iç çamaşırıyla dolabını karıştırırken, ihtimaller çukurumun yakınından bile geçemezdi.
"Mavi mi siyah mı?" diye sordu Michael. Dolabının iki kapağını da açmış, bir şeyler arıyordu. Üzerindeki baksır her hareketinde kalçalarından aşağı kayacakmış gibiydi. Sikeyim.
"Mavi" dedim omuz silkip, bakışlarımı başka bir tarafa çevirmeden önce. Uyanır uyanmaz erekte olmak -hele ki Michael'ın yanında o duruma düşmek istemiyordum. Kabul etmeliydim ki kelimelerle anlatamayacağım bir güzelliği vardı ve beni büyülüyor gibiydi. Bu dünyadan olamayacak kadar göz alıcıydı ve beni uyaran bu muydu yoksa düşüncelerim mi emin değildim fakat bir an önce alt tarafıma söz geçirmeye başlamam gerekiyordu. Ben bir yetişkinim.
Michael dolaptan açık mavi renkli bir sweat çıkardı. Üzerinde hiçbir yazı yoktu; dümdüz, yumuşak bir renkti ve onu hemen önünde tutarken, bu sweatin Michael'a ne kadar yakışacağını düşünmeden edemedim. Özellikle beyaz teniyle o kadar muhteşem bir uyum içerisinde olurdu ki, Tanrı aşkına, aklımı kaybediyor olmalıyım.
![](https://img.wattpad.com/cover/122396299-288-k211213.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kill him with kindness || muke
Fanfictionhep pamuk kalpleri çiğnersin o küçük sözlerinle, hatırlamayacaksın bile.