"Evinde pencereler olduğunu ve kullanabileceğini biliyorsun, değil mi?" Ashton çantasını umursamazca kanepenin üzerine atarken somurttum ve çantamı girişteki yemek masasının etrafına koyulan sandalyelerden birinin üzerine bıraktıktan sonra önce bana en yakın pencereyi, sonra da mutfaktakini açtım. Ashton'ın evi, hayatımda gördüğüm en pis yerdi ve eğer annem böyle bir manzarayla karşılaşsa öfkeden deliye döneceğinden emindim.
"Tanrı aşkına, bu kokuyla nasıl yaşıyorsun?" diye bağırdım, mutfaktaki çöp kokusundan kurtulmak için kendimi dışarı atarken. Giriş ya da evin diğer herhangi bir odası da mutfaktan iyi değildi.
"Luke," Ashton kanepede arkasını döndü ve bana baktı. "Ben bir üniversite öğrencisiyim ve kendi evimde kalıyorum. Sabah uyanamıyorum. Bir saat sonra işe gideceğim, haftanın her günü olduğu gibi ve haftasonları iş saatine kadar uyuyorum. Sence evi düzenli tutmak için zamanım var mı?"
"En azından çöpü çıkarmak için zamanın olmalı. O şey hareket ediyor."
Ashton omuz silkerek umurunda olmadığını gösterirken, bir işe ihtiyacım olduğu gerçeği yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Natalie'nin evinden ayrıldığıma göre asıl yaşamıma odaklanabilirdim. İçimden bir ses, Natalie ile aramızdakilerin böyle bitmeyeceğini söylese de şimdilik bunu düşünmemem gerekiyordu.
Fakat düşünmeden duramıyordum. Uyumadan önce, uyandığımda, merdivenleri çıkarken, ders sırasında, Ashton bir şeyler anlatırken ve sürekli ama sürekli bir şekilde, o sabah aklımdan çıkmıyordu. Natalie hap almış ya da içmiş gibiydi, o sırada düzgün düşünemediğine emindim. Kendisini sakinleştirdiğinde beni arayacağını biliyordum.
Ama, ya aramazsa?
Beynim bu soruyu tekrarlamaya başladı ve her seferinde bir başka cevap karşıma çıktı. Aramazsa, bir daha kız arkadaşımı göremezdim. Aramazsa, Natalie ile geçirdiğimiz tüm o zaman dilimleri bir hiç olurdu. Aramazsa, başıma bir şey geldiğinde -evden kovulmamda olduğu gibi- yardım isteyecek kimse olmayacaktı.
Aramazsa, Michael Clifford'u bir daha göremeyecektim ve neden bu beni, Natalie'nin yanımda olmamasından daha çok endişelendiriyordu?
Belki de Natalie'nin geleceğini bildiğim içindir. Natalie gelecekti. Onu azıcık bile tanıdıysam, ilişkimizi bu kadar kolay hayatından silemeyecekti çünkü onunla, gerçekten kötü bir zamanında tanışmıştım. Natalie bunu umursamayacak biri değildi, o her zaman affeden taraf olmuştur.
Öte yandan, olaylara benim tarafımdan bakacak olursak, o eve dönmeyi düşünmüyordum; yani Natalie beni çağırana kadar. Bunun çocukça bir davranış olduğunun farkındaydım fakat hayatım boyunca gurur denen o aptal parçam tüm duygularımı dizginleyebilmişti. Annemin yanına dönmememin sebebi buydu. Lisedeki en yakın arkadaşımı kaybetmemin sebebi buydu. Ortaokulda, öğretmenim beni haklı olarak azarladığında -çünkü laboratuvardaki birkaç şişeyi arkadaşlarımla girdiğim iddia yüzünden kırmıştım- , özür dilemememin sebebi buydu.
Kabul, aptalın tekiydim. Gururlu bir aptal.
"Luke!" Ashton'ın bağırışını duyduğumda gözlerimi kırpıştırdım. Düşünmeye daldığım için uzun süre göz kapaklarım açık kalmıştı ve bu yüzden başım ağrıyordu. Ceketini giyen Ashton'a baktığımda, gözlerindeki endişe kırıntılarıyla o da bana bakıyordu. "Dostum, iyi olduğuna emin misin?"
"Evet" diye mırıldandığımda Ashton emin olamayarak kafasını salladı. "Ben bara gidiyorum."
Birkaç sokak ötedeki bir barda barmenlik yapıyordu. "Pekala, sonra görüşürüz."
"Biraz dinlen, yorgun görünüyorsun." Çıkmadan önce bana bakarak söylediğinde kafamı salladım. Ashton daireden çıkarken, bu evde sonsuza kadar kalamayacağımı biliyordum. Acilen iş bulmam, sonra da bir daire kiralamam ve kendime giyecek birkaç parça eşyayla Natalie'nin evinde bıraktığım kitapların aynısını bir yerlerden tedarik etmem gerekiyordu. Ashton arkadaşım olabilirdi ama ona yük olmamalıydım. Dediği gibi, o bir öğrenciydi; bir başkasına bakacak kadar parası yoktu. Ayrıca evi pis kokuyordu.
Ashton gelene kadar evi biraz toplamaya karar vererek mutfağa döndüm. Çöp kutusuna geçirilen poşet ağzına kadar atık doluydu ve onun haricinde tezgahta da salatalık kabukları, paketi boşaltılmış salamlar ve boş süt kutuları vardı. Çekmecelere ve odalara bakındığım birkaç dakikanın sonunda bulduğum boş poşete tezgahtaki çöpleri doldurdum. Çöp kutusundaki büyük çöp poşetinin ağzını kapattım ve poşeti kutudan çıkardıktan sonra diğer küçük poşeti de alarak çöpü atmak için daireden çıktım. Geri döndüğümde ellerimi yıkamış, sonrasında etraftaki gereksiz eşyaları toplamaya başlamıştım.
Cidden, Ashton bu evde nasıl yaşıyordu? Etraf kirli çamaşır doluydu, masanın altında geçen haftadan kalmış bir gazete vardı ve durum böyleyken odasına girmek bile istemiyordum.
Masanın altındaki gazeteyi alıp elimde buruşturdum ve mutfaktaki tezgaha bıraktıktan sonra kirli çamaşırları yerlerden, kanepenin üzerinden ve koltuklardan toplamaya başlamıştım ki, henüz elimdeki çamaşırları banyodaki sepetin içine koymadan telefonum çaldı. Çamaşırları kanepenin üzerine bırakıp cebimden telefonumu çıkardım. Numara kayıtlı değildi, büyük ihtimalle üniversiteden arıyorlardı çünkü onun dışında beni arayan ve numarasını kaydetmediğim biri yoktu.
Düşündüm de, numarasını kaydetmeme rağmen beni arayan biri de yoktu. Tanrım, yalnız öleceğim.
"Alo?" dedim aramayı cevaplarken. Telefonu omzum ile tutup kıyafetleri kanepeden almak için eğildiğimde, diğer taraftan duyduğum ses bir anlığına donmamı sağlamıştı.
Michael Clifford beni neden arıyordu? Ve Tanrım, sesi telefonda bile kusursuzluğunu kaybetmemişti.
"Luke? Luke Hemmings?"
"M-Michael?" Kekeleme. "Benim."
Michael nefesini sesli bir şekilde bıraktığında hatta hışırdama oldu. "Oh, şükürler olsun, yanlış numarayı vermemişler."
"Ne-"
"Buraya gelmelisin."
Michael'ın sesinin bu kadar davetkar olduğu aklımdan çıkmıştı, oysaki evden ayrılalı sadece 4 gün oluyordu fakat bu süre içerisinde Michael mümkünmüş gibi daha kusursuz olmuştu. Yüzünü daha görmemiş olmama rağmen onun bana gülümseyişi veya öncesinde ojesini sürdükten sonra yanağımı öpmesi veya ondan da önce, benimle alay etmesi zihnimi doldurdu. Sanki kafatasımdaki her bir köşede Michael saklıydı ve onunla ilgili düşüncelerimin açığa çıkması için gerekli olan şey küçük bir kıvılcımdı. Bacaklarımın güçsüzleştiğini hissettim.
"Luke?" Michael tekrar ismimi söyledi. Tanrım, sürekli bunu yapacaksa için sessizlik yemini edebilirdim. "Orada mısın?"
"E-Evet." Sesim kısık çıktığı için boğazımı temizleme gereği duydum. "Evet, ne oldu?"
"Uhm, Natalie pek iyi sayılmaz. Çok fazla ağlıyor ve içki kokuyor ve sürekli seni istediğini söylüyor. Yani, gelmelisin."
"Geliyorum."
geliyor musun
cause youre always too late
*sonunda kıçımı kaldırıp bölüm attım evet*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kill him with kindness || muke
Fanfichep pamuk kalpleri çiğnersin o küçük sözlerinle, hatırlamayacaksın bile.