V

84 4 0
                                    

Birini kaybettiğinizde,sadece o kişinin önemini anlamazsınız.O kişinin hayatınızdaki yerinin de bittiğini anlarsınız.Birkaç ay boyunca yas ve birden gider...Hayatımızın devam ettiğini fark ederiz.Yıllar boyunca sürdürdüğü o birlik,hayatımızdaki o varlığı yavaş yavaş gider içimizden.Hele bir de hastaysa ve her gün daha da kötü olduğunu görmüşsek,daha hayattayken başlar bu.

Biyolojik babamı tamı tamına bir yıldır tanıyordum.Ve sanırım bu hikayeye pek değinmedim:

Bu sefer,19 yaşındaydım.Daha önceki senelerimde,ailemin de biraz yardımıyla Gebze taraflarına yakın bir teknik üniversitesinde makine mühendisliği bölümünü kazanmıştım.İşin ironik yanı,ömrüm boyunca biyoloji ve matematiğe gösterdiğim ilgiyi fiziğe biraz bile göstermemiş olan ben,artık elimden düşmeyecek olan fizik kitaplarını düşünürken sevinmiyor,tam bir gerizekalı gibi üzülüyordum.En nefret ettiğim dersten bir anda çok başarılı olunca birden ne yapacağımı bilemedim.Tamam,çevreme göre zeki bir insandım ama gerisi neredeydi?Tekrar fizikten nefret etmeye başlarsam ne olacaktı?Cidden önemli miydi bu sorular,yoksa sadece anksiyetelerimle mi oynuyordum?

Anksiyeteler sivilce gibidir.Eğer onunla oynamaya devam ederseniz şişer ve bir sabah,hiç beklemediğiniz bir anda patlayarak iltihap kapar,belki bir gün yeniden karşılaşmanız için...

Hele okul?Yüzünüzün her yerini kaplayan bir çıban düşünün.

Endişeliydim.Mutluluk ve endişe.Belki hissedilmesi en tatlı ve bir o kadar da iğrenç melez duygu.

Yurtta kalacaktım,veya bir öğrenci evinde.Yalova,Gebze'ye uzakta değildi,hatta İstanbul'un geri kalanından daha yakındı.Yine de bir öğrenci evini her sabah vapura binip İzmit körfezini geçmeye tercih ederdim.

Okula ilk gittiğimde bindiğim vapurdaki tostçu muavimleri sayesinde Faruk'la tanıştım.Normalde bu vapurlara (tercihen arabalı) kendi büfesi dışındaki her hangi bir yiyecek-içecek satıcısının girmesi yasaktı.Ve bizim o sabahki vapurumuzda yakalanan ve bana iki katına sattığı tostu aldırtmaya çalışan satıcı,parmağıyla beni göstererek çok ilginç bir iftirada bulunmuştu:

"Beni o soktu!"

Bu şekilde,yetişmek için iki saat erken kalktığım vapurumdan ikimiz beraber atıldık.

Başka bir vapura binmeliydim ama büyük ihtimalle o da peşime takılmak isteyecekti.Bu da moralimi bozuyordu haliyle.

İskelenin kenarında,kaldırımda oturup bir sonraki vapuru beklerken bana ikramlar sunuyordu.

"Tost yen mi?" dedi,karikatürlerde hayal ettiğim o ince ses tonu ve tuhaf şiveyle.

"İstemez."

Bir tekme sesi.Bilet standının dibinden.

''Ebeni s-!''

''Kardeşim sen ne yapıyosun ya?!''

''Ne ne yapıyosun lan,ne ne yapıyosun?!Sen nasıl çeyrek kala kaldırıyorsun vapurunu önce bana onu açıkla!''

''Karşı yakadaki arızadandı o fazladan...''

''Nasıl arıza?...''

Orta yaşlı bilet müdürü kendi adına çalıştığı şehir hatları iskelesinin yaptığı hatayı daha az özelleştirmek istercesine gençlerin nasıl Kartal'daki frenleme lastiklerini çaldığını ve bu yüzden saatlerde aksama olduğunu genç adama anlatıyordu.Ancak daha da öfkelenmesini beklemesine rağmen genç adam avuçlarıyla yüzünü tuttu.

''Hay...'' Bir ara edebi bir özgeçmişiniz olunca,insanların bu ünlemlerden sonra içinden ettikleri küfürleri bile bilebiliyordunuz. ''Neyse tamam,sağlık olsun...Bekleyecez o zaman.''

Cenna (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin