I

330 11 5
                                    

2015- Kasım

Bir hikaye nereye kadar hikaye kalabilir?

Kendime bu soruyu sordum.Belki bir belki bin kere.Ve kendime yine aynı şeyi diyordum.''Sen ne yazacaksın?''Elbette ki bunun cevabını bilmiyordum.Bunun cevabını vermiş olabilirdim.Geçmişte,zamanda bir noktada.Ama odamdan dışarıya bakıp bulut ve çam ağaçlarının ortaklaşa oluşturduğu manzaraya dalan beynimin bunu kaydetmeye hevesi olmadığı gibi yazı yazmaya da son derece üşeniyordu.Nedeniyse bu fazla oksijen,bu temiz hava ve onun getireceği yağmur damlalarının her biri...

Bazen şefkatli ana,bazen can hıraş top oynamaya çağıran yan mahallenin çete lideri...Yağmur ve damlaları.Bana diyaloglar,sesler,şarkılar fısıldayan damlalar...Onların hikayeleriydi gökyüzü.Benimse bembeyaz kağıdımdı ıslanacak olan,insanlarla ve yaşamlarıyla.

Cama çarpan yağmur damlalarını duydukça pencereden ağır ağır uzaklaşıp,kuzey yanı klasik perdelerle,yan tarafıysa jaluzilerle kapanmış camları olan çalışma odama geçtim.Koyu ahşap masam,çalışma lambam,bilgisayarım,tamamen bana ait bir atmosfere yaklaştıkça duyduğum tekmeleyen bağ duygusu...

Yağmur sesi hâla kulağıma varıyordu.Gözlüğümü düzelttim.Bilgisayarımı açmıştım,belki bu sefer cevabımı kaydedebilme şansını yakalarım diye...

''Ne yazıyorsun?'' kapının eşiğinde belirmişti,elindeki yeşil elmayı mutfaktan araklamış,tahminimce yıkamamıştı...

''Daha bilgisayarı açmadım bile.''

''O bilgisayarı hiç açmazsın ki.'' diye homurdandı,ağzı dolu.

Gözlerimi çiseleyen yağmuru kısmaya çalışmış pencerenin yanına iliştirdim.''Kitaplık tozlanmıştı.''

"Ne zamandır toza karşı bu kadar hassasın?"

"Bir şey itiraf etmeliyim..."

Isırığı son kelimede elma yerine kendisini bölmüştü.Elmayı ağzından uzaklaştırıp bana döndü.

"Evet?"

"Seni toz bezinle aldatıyorum." Sarı bezi koltuğun arka tarafında tuttuğum elimle kaldırdım.Bezdeki gri kir,başka herhangi bir yerde olduğundan çok daha değerliymiş gibi gülümsemişti.

''Bu benim onaylayabileceğim bir ilişki.''Yanıma geldi ve beni yanağımdan öptü.

''Ama sanırım o seni daha çok seviyor.''

''Hmm...Demek öyle...''Toz bezini elimden kaptı. ''Çok üzgünüm,ama evli çiftlerin arasına kaynamak pek takdire şayan bir şey değil...Toz bezi bile olsan ahlaktan yoksun olmak,ayıplığından eksik etmez.''

''Vaay,şimdi böyle oldu ha?''

''Boşversene,Vileda'ya göz kırptığını görmüştüm zaten.''

Bu absürd yakıştırma ikimizin de gülmesine yol açmıştı...

''Bulaşık süngeriyle daha düzgün bir ilişkileri olmaz mıydı sence?''

''Amaan,sen de...Metale tefale sürtmek mi yani düzgün ilişki?Hem biri kuru biri yaş?''

''Birbirlerini tamamlarlar?''

''Bak,bunu düşünmemiştim...''

''Biri diğerini ıslatır,diğeri kurutur...''

Evlilik insanı değiştirir derler ya,Esra sanki bu cümleye tepki olarak karşıma çıkmıştı.Sorumluluklarının vizyonu değişmişti belki,ama hayata bakış açısı hep aynıydı.Başımı,kollarının arasına koyup çenesini dayadı.

''Şimdi gidermişsin,bir süngerin ve toz bezinin aşkını yazarmışsın...Aralarına giren hain Kosla...''

''Eminim onu da alırdın.''

''Emin ol ki onu da alırdım.''

Saçımı öptü ve fonda yağmur sesiyle beni odamda yalnız bıraktı...

Kitaplığımıza geri döndüm.Alt raflardaki ünlü adların bazılarının üzerindeki ufak cilt kırıklarını görünce nostalji ve titiz bir acının karışımını içimde hissettim.En üstteki rafa gözüm kaymıştı istemsizce.Kitaplarda adımı arayan egom yine aynı ciltlerin aynı yaldız harflerini okuyordu...

''...yazan: Emir Yalçın''

Son beş sene içerisinde,küçükken annem ve babamın okul kayıtlarım için doldurdukları dilekçelerden çok daha fazla yerde adımı görmüştüm.Biraz daha zorlasam nüfus cüzdanımı kusabilirdim.

Pencerenin önündeki jaluzileri indirirken onları eve almak bile istemediğim zamanı düşünüyordum.Esra'ysa onların tutkunuydu.Türkiye'den buraya geldiğinden beri nasıl tutturmuştu ''Salona jaluzi alalım!'' diye.Çünkü gizemli gözüküyordu bunlar.Aralarından süzülen şerit ışıklar,parmaklarınla aralarını açabileceğin ve aşağıyı dikizleyebileceğin aralıklar...Tıpkı okuduğu klişe polisiye hikayeleri gibi.Klişe diyorum ama severdi okumayı.Her hafta en az bir gün market reyonlarından bir kitap çıkartıp gelirdi.Bazen bir Sir Arthur Conan Doyle bazen bir Agatha Cristie bazense bunlardan daha modern olanlar.Bütün anlatımın baş ve işaret parmağını iki jaluzinin arasına sıkıştıran dedektifin klasik hikayesine sığınmışlığını barındıranlar...Dediğim gibi,klişe.

Ama bütün hayat Bay Sherlock Holmes'ün veya Monseur Hercules Poirot'nun müşterilerine parlak zekalarıyla (veya ''küçük gri hücreleriyle'') yardım etmesi değildi.Hayır efendim,hayat bu romanlardaki cinayetlerden daha caniydi.Ve canilik tarafı bitince de genelde sıkıcıydı.Peki ya ev bakımı?Çocuk?Para?Hayat bir koşturmaca mıydı yoksa dedikleri gibi?Roman okumaya vakit yok muydu bunların içinde?

Kitaplığımız küçülmüştü.Kitaplarımızdan süzülen,gotikliğini ince detaylarla sızdıran cinayet kokusu aromasını değiştiriyordu.Yerini önce düğün çiçekleri,sonra da bebek pudrası almıştı.

Ve bu şekilde karımın edebiyat tutkusundan geriye kalan tek şey salona astığı bu gri jaluziler olmuştu.

Bu jaluziler,onun penceresinden böyle görünüyordu.Ama benim penceremde durum daha farklıydı.Işığı farklı anlamlarla alıyorduk,manzarayı ısıtan güneşten.

Onun geriye itilmiş edebiyat tutkusu,benimkinin geri gelmesine sebep olmuştu.Küçüklüğümden beri yazardım.Yarım bitmiş hikayeleri tamamlar,hiç tamamlanamaz hikayelere en güzel noktayı seçerdim.Amaan,abartmıyalım.Hobiyse hobiydi benim için de.Bir ara iş arayışına girdiğim için maalesef bu hevesi geriye itmek zorunda kalmıştım ancak Esra'yla tanışmamız,bu edebi Fetret Devri'ne noktayı koyan şehzade olmuştu.

Sahi,bugün yazacağım hikaye de zaten o noktadan başlıyordu.

O zaman soruyorum size sevgili okur:

Bir hikaye nereye kadar hikaye kalabilir?

Cenna (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin