II

257 10 5
                                    

2010 

Ekim ayı,Avrupa yakası yer altından sarsılıyor.

Yılbaşına ya da daha milli tatillere aylar kala insanların barlarda ellerinde tekilalarla cirit atmasına alışığım.Havaya karışmasına vakit bırakılmadan fondip edilen,suyun en lezzetli hâli alkol,gecenin bu saatlerinde oksijen yerine geçiyordu...Gün ışığının mesaisine kalmış renkli ışıklar duvarlara ve insanlara yansıyordu.Müzik ve içki isteklerinin kaldırımlara kadar duyulabildiğine bahse girerdim.Aileme bu sefer sağlam olacağının garantisini verdiğim işi en "temelli" yerden yapıyorum: Yer altından.

Çalıştığım bar,geçtiğimiz senenin haziran ayında bir sahafın üzerine kurulmuş.Sahaf sahibinin vefatının ardından ailesi,kitapların büyük bir kısmını dağıtmış veya satmış.Tabii büyük bir kısmı dediysek hepsini değil.Ellerinde kalmış kitapları düzenleme işi bana kalacaktı daha sonrasında.Ben o esnada üniversiteyi bitirmekle uğraşıyordum.Heyhat,ilk senenin matematik kitabını da buradan almıştım halbuki.Daha sonrasında devamlı müşterileri olacak,sonrasındaysa kampüs yerindeki değişiklik yüzünden uzun bir süre kafamı sadece ders kitaplarına gömebilecektim.Yıllar geçti,bir gün otobüs terminali çıkışında aynı yerin inşaatına şahit oldum.Görüş o görüş,bundan sonra bu eski kütüphanede ve yeni barda,kitaptan çok içki tutacaktı ellerim.

Merdivenlerden büyük bir dalganın sinir uçlarımı okşadığını hissediyorum.Bu ya Adam Levine'in sofistike sesi olacak,ya da hoparlörlerin önderliğinde ellerini çırpan ritim ordusu.

Adam nakarata giriyor,babacan bir bas ona eşlik ediyor:

I'm not falling in love with 'cha

I'm not falling in love 

Şarkıyı mırıldanırken gayet kalınca bir kitabı rafa yerleştiriyorum.Mahzenin yanındaki bu ufak kütüphane benim için hem bir mola yeri hem de sahaf sahibi aileden kalan bir hatıra.Bar sahibesinin de kitapları sevmesi hoş bir rastlantı mıydı yoksa güzel bir ayrıntı mıydı bilinmez.Elimizde olanlarsa şunlar: depoda duran içkilerin yanında romanlar,ansiklopediler...Mümkünse ikisi bir arada çünkü ayık kafayla edebiyat yapamazsınız.

Bütün yazarlar yarı sarhoştur.Bu da bir barmenle bir ozanı meslektaş yapar.Bir an kendimi Fuzuli'ye Bloody Mary ikram ederken hayal ediyorum...

''Emir!''

Merdivenin girişine dönüyorum,sahibemiz Saniye Hanım...İstanbul'u avucunun içi gibi bilen bir köşe kapmacı.Neresi boş,orayı tutar,beğenmediyse satar.Üniversite öğrencilerini bile kendi oğulları gibi seven ancak zam denilince kendi çocuklarını yiyen feminen bir Kronos kesilen biricik teyzemiz,terbiyelisiyle ablamız.Kıvırcık kızıl saçları,ilerleyen yaşına rağmen o koca salonda elli tur dönebilecek enerjiyi nasıl veriyor bu kadına?

''Senin masa boşaldı oğlum!'' Benden öncekinin vardiyası bitmiş.

Şımarık ama sanırım samimi bir ses tonu: ''İç iç durmadılar be...''

''Sorma.Bu akşam bi coştular bi coştular...'' O da yorgun,hatta uykulu...Bu akşam da yakınanlar ya yorgun ya meşgul...

''E haliyle...Faruk'tan rica edelim,çevirsin bize şu Adam'ın dediklerini...''

''Bi' soralım.İşi falan çıkarsa oradan bir sözlük kap,gel.''

Başımla onaylıyorum.Kızıl saçlı Satürn odadan ayrılıyor.

Hangi din,hangi ırk fark etmez,hepimizin ana dili aynıdır: Tarzanca.Adam Levine'e içkileri işaret edip el kol hareketleriyle ne istediğini soracağım?Ne büyük onur...Jack Sparrow'un maymunundan rom istemesi gibi.

Cenna (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin