.................SAKLI BAHÇE.............21 BÖLÜM................İnsan, içindeyken yangının hacmini bilmiyor. Bilmek için geride kalan küllere bakmak gerekli...
*************SAKLI BAHÇE...21 BÖLÜM.............
Gecenin soğuğunda üşüyen Mirabelle ayaklarını taşa dayayarak biraz daha soğuğu içinde hissetti. Kendini öyle yalnız öyle çaresiz hissediyordu ki, eli toprağın üstünde kalmıştı ve parmaklarını hissedemez duruma gelmişti. Bir anda yere çakılmak buna denirmiş diye iç geçirdi; siyaha bürümüş gökyüzüne başını kaldırdı. Yanağından inen son damlayla, gözleri acıyla kapanmıştı. Sabah seven bir adama, taş kalpli bir hazineye sahipti. Mutlulukla baktığı bir ailesi, ömür boyu yaşayacağı huzurlu hayatı vardı yanı başında.
Şimdi ise kaybeden taraf yine o olmuştu. Annesiyle, babasının mezarı başında titreyerek oturan genç kız üşüyen bedenini sıkıca sardı. Ağlamaktan, gözünden yaşlar gelmemeye başlamıştı. Aşk diye bir duygunun var olmadığını, sevginin sadece menfaatten oluştuğunu içine kazıdı her iç çekişinde. Nicholas'a olan aşkı zerre kadar önemsenmemiş bir buğday tanesi kadar değer kılınmamıştı.
Değer verildiğini sanarak, hayat diye bakmıştı derin vadilerine. Dudaklarına içtenlikle öpücüğünü sunarken, kilitlenmiş kalbini açmak için yüreği titremişti. Verdiği onca cabanın, sarf ettiği onca emeğin kısaca her şeyini, küçük bir yalanın götüreceğini, nerden bilecekti?
Beyaz diye adlandırdığı yalandan, sevdiği adamın gerçek yüzünü görmüştü. İki dakikada değişebiliyordu. Hiç acımadan, verilenlere kıymet vermeden, gözünü karartabiliyordu. Düşünceler içine ok gibi, saplanmaya başlayınca kulakları çınlayarak başı döndü. Tenine sıcaklar basarak soğuk terler dökmeye başlayınca, gözünü açıkta tutacak gücü kendinde bulamadı.
İçine dolan soğuğu daha fazla hissettiğinde ise toprağa seriliyordu titreyerek. Kendiliğinden kapanan gözleriyle beraber uzaktan köpek havlaması kulaklarına doluyordu. Yerde güçsüzce yatan genç kızın bir müddet sonra bilinci kapandığında boş mezarlığa doğru gelen, siyah cübbeli adamın ayakları Mirabelle tarafına adım attı.
Gözleri perde gibi, aralanarak, tanımadığı yatak odasında kendini bulan Mirabelle bir rüyada olduğunu sanarak doğrulmaya çalıştı. Sade ama gayet düzgün olan odanın başköşesinde Meryem ana heykeli duruyordu. Gözleri odayı tarayarak kapıya ilişince yanında kimselerin olmadığını kavradı.
Başı zonkluyordu; kendini halsiz ve bitkin harabeye dönmüş gibi, hissetti. Dışardan içeri dolan ayak sesleri git gide odaya yaklaşınca, yatağın içine tekrar gömüldü. Gözlerini kapatarak uyuma numarası yapan genç kız bir taraftan da konuşmaya gücü kalmadığı için kimseyle mücadele etmek istemedi.
''Dediğim gibi ilaçlarını almalı, tabi kendine bundan sonra daha çok dikkat etmesi gerekiyor.'' Diyen orta yaşlardaki adam kapıdan içeri girdikten sonra kızın yanına gelerek nabzını kontrol etti. Nicholas, karısının başucunda çaresizce duruyor, gülen yüzünün solduğuna şahit oluyordu içi parçalanarak.
''Peki, ne zaman düzelir? Ne zaman kendine gelecek? Diye kayıtsızca sordu. Öte yandan beyaz çarşafların içinde kıpırtısız yatan karısından gözünü alamıyor ve doktorunu ciddiyetle dinliyordu.
''Bu gün kendine gelir.'' Diyen doktor yazdığı reçeteyi Nicholas'a vererek müsaade istedi. Çıkan doktorun ardından karısının başucuna oturan genç adam soğuktan çatlamış ellerini dudaklarına götürüp, küçük öpücük kondurdu.
Bir eliyle karamel saçlarını okşayarak alnına dudaklarını bastırdı içtenlikle. Derin vadileriyle solmuş yüzüne baktığında, gözleri buğulanmıştı birden. ''Affet beni sevgilim!''