these are the nights and the lights that we fade in

5.2K 783 136
                                    

Küçük çocuklar lunaparkları, oyun parklarını ve su parklarını severler. En güzel anılarını oralarda biriktirir, heyecan ve mutluluğu da eksik etmezler.

Jungkook için ise Taehyung'un olduğu her yer güzel bir anı niteliğindedir. Güzel ve özel.

Ama şuan o yok. Çünkü doktorlar Jungkook'un tedavisinin gelişme sürecine ve hızına dayalı olarak onun yanına hastalık bulaştırmamak adına hiç kimseyi almıyorlar. Eskiden de almıyorlardı gerçi, sadece Taehyung istisnaydı. Şimdi onu da almıyorlar ve Jungkook kendisini hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordu.

Yatağına boylu boyuna uzanmış, minik elleri arasına beyaz pikeyi sıkıştırmıştı. Gözlerini Taehyung'un ona aldığı şapkalar, çizgi romanlar ve Iron Man figürleri üzerinde gezdiriyordu. Ne çok değer veriyordu ona Taehyung, bunu iliklerine kadar hissedebiliyordu. O yanında olmasa bile sevgisi daima vardı. Gitmiyordu.

Jungkook ilk başta doktorlara karşı bayağı sert davranmıştı bu kararları yüzünden. Taehyung'la telefonla konuşmak istediğini söylediğinde ise radyasyondan olabildiğince çok uzak kalması gerektiğiyle ilgili birkaç cümle aldı cevap olarak. Tüm gün boyunca somurttu, konuşmadı. Bu sönük odanın kapısı bir kez olsun bile açılmadı, ses duyulmadı.

Ama iyi tarafından bakacak olursak Jungkook iyileşiyordu. Altı yaşından beri bu hastanedeydi ve her zaman buradan çıkma hayalleri kurmuştu. Her şey yavaş yavaş gelişiyordu. Belki iyileştikten sonra okula da gidebilirdi? Neden olmasın, değil mi?

Özellikle de Taehyung'la aynı okula gitmek istiyordu.

İç çekerek düşüncelerinden sıyrıldı ve sonu gelmeyen hayallerine ufak bir tebessüm sundu. Kötü düşünmeyi sevmezdi ama hayalleri o kadar güzeldi ki, kötü bir şey olacağının korkusunu taşıyordu hep içinde. Bu korkuyu yok edebilen tek kişi Taehyung iken, onu da içeriye almıyorlardı. Ne yapacağını bilemiyordu Jungkook.

Elini kaldırıp kafasındaki kırmızı bandanayla oynadığı sırada odasının kapısı yavaşça açıldı ve görüş alanına bir tane hemşire girdi. Kısık gözlerle ona bakarken hemşire gülümseyerek içeriye adımını attı. Kapıyı kapatmadan yavaş adımlarla Jungkook'a yaklaştı ve küçük çocuğun solukluğuna derin bir nefes çekti.

"Neden bu kadar üzgünsün, Jungkook?" Hemşirenin ince sesini duyduğunda gözlerini iyice açarak yutkundu Jungkook. Sinirlenmişti hafiften, Taehyung'u odadan çıkaran bu hemşireydi.

Cevap vermedi. Hemşire tekrardan bir soru yöneltti.

"Pekala, o zaman seni neşelendirelim bakalım. En sevdiğin şey ne?"

"En sevdiğim şeyi alıp götürdünüz benden." Dediğinde hemşire bakışlarını ellerine çevirdi. Jungkook'un, Taehyung'u ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Buna şahit olmuştu çünkü.

Bir keresinde Jungkook'u hava alması için bahçeye çıkarmıştı. Yürüyemiyordu o zamanlar, bacakları titriyordu, gücü yoktu. Küçük bir telefon konuşması yapmak için arkasını dönmüştü, işini bitirip Jungkook'u kontrol etmek için tekerlekli sandalyeye baktığı sırada onu görememişti.

Minik beden, çiçek topluyordu dizlerinin üzerinde durmaya çalışarak. Hastane kıyafetinin ucu hafifçe yukarıya çekilmişti ve bacaklarındaki morukluklarla kırmızılıklar soluk beyaz teni yüzünden oldukça belli oluyordu. Canı yanıyordu, çimenler tenine batıyordu. Yinede bunu umursamadan çiçek toplamaya devam ediyordu.

Hemşire telaştan ne olduğunu anlamadan kendisini Jungkook'un yanında bulmuştu. Küçük çocuğu kucağına aldığı zaman Jungkook'un papatyaları sıkı sıkı tuttuğunu fark etmişti. Sormak için yeltendi.

"Onları ne yapacaksın, Jungkook? Odanda zaten ailenin getirdiği çiçekler duruyor." Jungkook baygın bakışlarını hemşireye çevirmiş ve omuz silkerek yarım yamalak gülümsemişti.

"Ben gül seviyorum diye ailem hep gül verdi bana. Taehyung ise papatya seviyor ve benim odamda hiç papatya yok," Yorgunlukla kafasını hemşirenin omzuna yaslamıştı. "Bunlar onun için."

Jungkook o gün canı dayanılmayacak şekilde yansa da Taehyung için çiçek toplamıştı. Çiçekler umutlarının somut haliydi aslında. Normalde olan ise şuydu;

Jungkook, iyileşmek için canının acısını, yaşadığı zorlukları görmezden gelerek umutlarını topluyordu. Her umudunda Taehyung vardı. Bunu Taehyung için yapıyordu.

"Üzgünüm Jungkook ama bu senin iyiliğin için. Bazen iyi olmak adına bir şeylere kısa süreli de olsa veda etmek gerekir," Deyip gülümsedi hemşire. "Bu da onlardan biri işte."

Somurttu küçük olan. Birisi bile ona "taehyung'a veda etmek ister misin?" diye sormamıştı. Kabul etmiyordu bunu.

"Hem bak," Hemşire elindeki bebek mavisi renkte olan kağıdı salladı. "Taehyung bunu sana vermemi istedi. Al bakalım." Jungkook hemen kağıdı aldı ve hemşireye bir şey demeden açtı. Bir ara yırtacak gibi olmuştu ama kurtarmıştı.

Gözlerini heyecanla kağıdın üzerinde gezdirirken bunun geçen gün yaptıkları tavşanlı ve kalpli resim olduğunu fark etti. Altında da "seni seviyorum, çabuk iyileş!" diye bir not vardı.

Gülümsedi, Jungkook.

Taehyung, her zaman yanında olduğunu hissettirebiliyordu. Ona minnettardı, gerçekten.

Hemşire küçük çocuğu yalnız bırakmak adına sessizce odadan çıktı, kapıyı arkasından kapattı. Mavi koltukların üzerinde oturup burayı dikizleyen esmer çocuğa gülümseyerek el salladı ve göz kırptı.

Jungkook, yine haklıydı. Taehyung, burada olduğunu cidden hissettirebiliyordu.

nothing like us Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin