Yoldayım, İstanbul'uma kavuşuyorum.
Tatilde eve geri döneceğimi duyduğumda İstanbul'umu çok özleyeceğimi anlamıştım.
1 hafta oldu gideli, dayanamadım.
Herkesi arkama aldım, dönüyorum.
Otobüsteyim, arkamdaki adam bana sinirli. Sebebini bilmiyorum ama, nefes alışlarından belli sinirli olduğu.
Yanımdaki kadın da öyle, fakat o haklı. Sürekli süzüp durdum onu, ölen bir arkadaşıma benzetip durdum çünkü. Ha, kendisi gerçekten uçup gitmedi hayattan. Sadece yakın arkadaşımın kalbinden uçup gitmişti. Onu hatırladım. Ondan süzüp durdum.İnsanlar sinirli bana, ailem de.
Sevgilim sinirli bana, onun annesi de.
Herkes sinirli, herkes başaramayacağımı söylüyor.
Haklılar da aslında, yine tutunamıyorum.
Hayat, betonlarını sivriltmiş bana, düşüşümü hızlandırmaya çalışıyor.
Tutunmamam için elinden geleni yapıyor hayat, bileklerimin ikisi de kırık ellerimi bir yere saramıyorum.
Acıyor. Canım acıyor.Kurşun kalemim bile yardımcı olamıyor bana, sivriltip duruyorum ucunu açacakla. Ama açacak bile sinirli bana, köreltiyor üstündeki bıçağını sertçe, açmam güçleşsin diye.
Müziklerim bile yardımcı olamıyor bana, canımı yakıyor her söz. Daha çok hatırlatıyor mutsuzluğumu.
Doktorlar bile yardımcı olamıyor bana, aylarca gidip bende neler olduğunu öğrenmek isteyişime rağmen bir şeyim olmadığını söyleyip psikolog randevusu yazıyor her biri. İstemiyorum, sinirle çıkıyorum odalarından. Tedaviyi reddediyorum.
Ağlıyorum.
Savaşlara ağlıyorum, yaşayamayanlara ağlıyorum.
Çocuk gözyaşlarına ağlamıyorum ama, çünkü çocukları sevmem.Sinirleniyorum.
İnsanlara sinirleniyorum, politikacılara sinirleniyorum.
Beni sevenlere sinirlenmiyorum ama, çünkü onların beni nasıl sevdiklerini anlayamıyorum.Yaşayamıyorum.
Zevkle hayatı yaşayamıyorum, istediklerimi gerçekleştiremiyorum.
Yazları yaşayamamazlık edemiyorum ama, çünkü o zamanlar sürekli şişenin dibini görüp duruyorum.Kavuşmayı bekliyorum şuan sadece, İstanbul'umu istiyorum. Otogardan iner inmez havasına kocaman bir öpücük konduracağım bilsin istiyorum, çünkü onu çok seviyorum.
İstanbul'u çok seviyorum çünkü onu da benim gibi anlayamıyorlar.
Ona da iftira atmayı kesmiyorlar.——
Yazıma neden uzunca bir şiirle başladığımı anlayamadım bugün. Dinlediğim müzik beni direkt klavyeme yöneltti ve ortaya bir şiir çıktı. Halbuki, ben şiir falan yazmazdım. Neyi yapmam desem yapıyorum bu aralar.
Yine bir bitkinlik geldi üstüme, periyodik gelen depresyonlarım bu kez İstanbul'uma kavuşurken yakaladı beni.
Hayır haklısınız aslında, tedavi olmam gerekli. Gün geçtikçe delirmeye başladım.
Sonunda Vincent gibi kulağımı kesip insanlara saldırmaya başlayacağım. Fakat, tedavi istemiyorum. Çünkü kimse bana düzgünce bir şey söylemiyor.Bir süredir psikiyatrlarda sürünüyorum. Son dönemde öyle sinir bozucu bir doktorla karşılaştım ki, bana dalga geçtiğinde odasından çıkıp hastaneden bağıra bağıra çıktım.
Doktor benim yaşadığım çok uyumalarıma, sinir krizlerime, biri tarafından sürekli takip ediliyormuş gibi hissetmeme dalga geçip kahkaha attı. Ardından da hiçbir şeyim olmadığını kahveyi bırakmam gerektiğini, stresli olduğumu söyledi.
Yemin ederim öyle sinirlendim ki, hastaneden nasıl çıktığımı bir ben bilirim. Bu olayın üzerine iki hafta geçti ama yazarken bir kez daha sinirlendim.
Bende bir şeylerin olmadığını iddia eden herkes ölsün. Başka bir şey de söylemiyorum.
İki senedir laf anlatmaktan yoruldum yemin ederim.——
Yalnızım varya, fena yalnız.
Garsona iki çay sipariş ederken de yalnızım, sekiz çay söylerken de. Tek çay isterken zaten yalnızım ama diğerlerinde daha fena yalnızım.Topluluk içinde yalnızım kısacası.
Kimse beni anlayamıyor, herkes hayatımı muhteşem sanıyor.
Pahalı ve trend kıyafetler giyince insanlar senin muhteşem bir hayat yaşadığını sanıyorlar. Oysa öyle değil, bunların hepsi bir kandırmaca.
Ne kadar pahalı görünüyorsa insan, o kadar kötü yaşamı var.
Bilin bunu, hiç şaşırmadım.Açım varya, fena aç.
Hem karnım aç, hem duygularım aç.
Duygularım doyurmak üzerine yaptığım binbir türlü karakter aldatmacaları, bana pişmanlık olarak geri gelmiyor.
Pişman olmaya açım varya, fena aç.——
Ben Boğaziçi Köprüsü'ne aşığımdır varya.
Herkes İstanbul'da Galata'yı Kız Kulesi'ni sever ama ben klişe sevmem.O köprü, geceleri ışıklarıyla sabahları da ferahlığıyla beni kendine çağırıyor.
Bazen canım sıkılır, atlarım metrobüse Boğaziçi'ne giderim.
Manzarasını seyrederim.
Bir kez daha İstanbul'a aşık olurum.
Ben varya, Boğaziçi'nden atlamak istiyorum.
Bilmem, belki de bir gün bu gerçek olur.
Ölümüm Boğaziçi'nden olsun istiyorum.
Çünkü sevilen sevdiğini her zaman öldürür.
Beni de Boğaziçi öldürsün.
Kendisine son kez sarılıp, manzarasına gülümsemek istiyorum.
Sonra Boğaziçi manzarasına karşı atlamak istiyorum.
Ferahlığa kavuşmak, aşka ulaşmak istiyorum.
Çünkü ben zararlıyım, herkese ve her şeye. Benim ölmem gerek, benim ölmem...Boğaziçi'me ve İstanbul'uma sevgilerle.
Bir gün kavuşacağız.
Sabredin canlarım.
Sabredin.
Zafer gelecekte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Bir Bembeyaz Sayfa
Non-Fiction...Mesela, bu sene uçlu kalem kullanmamayı, aşık olmaktan korkmayı ve hayal kurmamayı öğrendim. Babamın hep diyor olduğunu "Hayal kuran sefalet ile ölür." lafının anlamını bu sene köküne kadar hissedip yaptığımız o yarım saatlik telefon görüşmesin...