BÖLÜM 11| "KUM SAATİ"

514 82 29
                                    


Anna Blue - How Does It Feel

Aurora - Runaway

Red - Let It Burn

*Zaman belki bir çok şeye ilaçtı fakat her şeye değildi. Sonuçta ilacın fazlası da bir yerden sonra zehre dönerdi.*

iyi okumalar

11. BÖLÜM|"KUM SAATİ"

Biri aniden öyle bir gelirdi ki bir an bile düşünmezdin 'sen nereden geldin' diye. Ama bir de bunların gidişleri vardı: İşte onlar eli boş gelirlerken etimizden bir parça koparıp arkalarına bile bakmadan öyle giderlerdi. Yetişmek isterdin, peşinden gidip geri döndürmek isterdin fakat giden gitmiştir çoktan. Bir daha geri dönse ne yazardı ki, senden giden parçayı bir daha nasıl geri tamir edebilirdi? Gitmiş olana kapı her daim açık olmalıydı ki geldiğinde yüzüne kapıyı çarpabilesin. Her sonun yeni bir başlangıcı olurdu, biri biterdi, diğer taraftan yenisi başlardı, çünkü zaman bir yerde durmazdı, hayat onunla devam ederdi. Ayak uyduramayacağımızı,yadırgayacağımızı, alışamayacağımızı ve dayanamayacağımızı bilse bile bizi de peşinden bir ömür sürüklerdi. Zaman bu; adaletsiz hayatın evladı, demezdi 'sen ne istiyorsun' diye neticede.

Mesela biri gelse ve dese bana 'ne isterdin?' İstediğimi söylüyorum, o da gerçekleştiriyor ve ben mutlu oluyorum. Düşüncesi dahi o kadar komik ki... Ve ben gerçek bu acımasız hayata döndüğümde saniyesinde beyaz bulutlar 'puf' uçmuş gidiyor. Böyle bir dünyada hayal bile edemiyorduk, doğru değil mi ama? Çünkü biliyorduk, en yakınımıza bile söylemekten çekindiğimiz hayallerimiz önünde sonunda hayal olacaktı. Senaryo hazırdı, replikler ezberlenmişti ve filmi başlatıyorduk lakin sonunu çekemiyorduk.

Hayallerim acıyordu: en basitinden bıçak yarası gibi değil, kağıt kesiği belki tarifi.

Tarifi yoktu belki de acılarımın. Sadece üzerine un serpip bir kat daha atıyordum. Hem de kalın bir kat.

Zaman, önüme cımbızla bırakmıştı özenle cehennem ve cenneti. Nefes alırken, ölmeden tattım her ikisini de istemeden, zor bırakılarak. Birinden eşi benzeri olmayan tatlı, ne çok sıcak ne de çok soğuk bir rüya dolusu su içmiştim. Şimdi içtiğim su ise cehennemin kaynar suyuydu. Bakmayın cennet ve cehennem dediğime, Sarp ve Kuzey'den bahsediyordum. Cenneti yaşayabileceğim kadar kısa ama dolu dolu yaşamıştım ve makus kaderimin zehirden hallice küçük armağanını; cehennemi yaşıyordum bu kez de.

"Ne için geldiklerini tam olarak bilmiyorum ama seni aradıkları belli. Ve sanırım sen de olan o her neyse oldukça değerli olmalı."

"Ama bende öyle herhangi bir şey yok ki,"diye sitem ederek konuştuğumda bakışlarımı masanın köşesinden aldım ve direkt gözlerini hedefleyerek onlara doğrulttum. Kaşlarım çatılmıştı ve huzursuzlaşmanın beden dilime yansımasını durduramıyordum da, sanırım deli olacaktım yakında. Hem de çok yakında.

"Ne altın ne mücevher ne başka ziynet eşya... Yok, gerçekten yok."

"Hazal, belki de aradıkları daha farklı bir şeydir, bunu bilmiyoruz henüz. "

Sıkıntıyla ağzımdan verdim nefesimi. "Durumlar nasıl şu anda, evime gitmişler mi?"diye sorarken annemi, babamı düşünüyordum. İyi olduklarını bile bilmiyordum, Selma abla, ya o gitmiş midir? İyilerse ve annemler böyle bir şey olduğunu öğrenirlerse; onlara bir açıklama yapmam, hatta sağlam bir yalan uydurmam lazımdı ki ben yalan konusunda oldukça umutsuz vakaydım. Sağ iç yanağımı ısırdım. Neden her şey böyle olmak zorundaydı ki... Gerçekten.

𝐈𝐒𝐋𝐀𝐊 𝐊𝐄𝐋𝐄𝐁𝐄𝐊Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin