"Ders bitmiştir, dağılabilirsiniz."
Ders bittiğinde profesör çoktan amfiden çıkmış ve diğer öğrenciler de eşyalarını toparlıyorlardı. Sehun'a baktığımda kollarını masaya dayamış uyukluyordu. Dersin bittiğinin farkında değildi sanırım. Sinsilikle yanına geri oturup başının hemen biraz kenarında duran telefonuna uzandım. Dün sinemada Destiny ile sarılırken fotoğrafımızı çekmişti. Silmek için almıyordum telefonu aksine resmi kendime atacaktım. Bunu Sehun'a söyleseydim eğer dalga geçeceğini biliyordum. O yüzden söylemeyecektim.
Sehun'un telefonunun şifresini girdikten sonra galeriye girerek resme baktım. Sehun fotoğraf çekmeyi fazla sevdiğinden telefonunun hafızası hemen dolardı ve bir resmi bulmak çok zaman alırdı.
Fotoğrafı bulduğum, "Sonunda," diyerek kendime yolladım. Fotoğraf geldiğinde de Sehun'un telefonunun ekranını kapatıp Sehun'u dürttüm.
"Sehun, kalk hadi."
"Biraz daha Jungkook."
"Sehun herkes gitti," diyerek derin bir nefes aldım. Sürekli derslerde uyukluyor ve sınav zamanı da ders çalışmakla uğraşıyordu.
Sehun kafasını kaldırıp boşalmış amfiye göz attı.
"Herkes gitmiş."
"Onu diyorum ya Sehun. Herkes gitti."
Masanın üzerindeki etrafa dağılmış kitaplarımı toparlayıp siyah sırt çantama koydum. Sehun'un da kitaplarını toplayıp çantasına koydum. Ben eşyaları toplayana kadar anca uyanabilmişti.
Sehun ayağa kalktığında çantasını uzattım ve kendiminkini alarak merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Peşimden de Sehun geliyordu. Üniversitenin bahçesine çıktığımızda kasvetli havaya gülümseyerek baktım. Böyle havalar gerçekten rahatlamamı sağlıyordu.
"Jungkook, çok hızlısın bekle biraz."
"Sen yavaşsın Sehun," dediğimde üniversitenin girişinde dikilen beden dikkatimi çekti. Destiny siyah bir mont giymiş ve siyah, kahverengi ponponu olan bir bere takmıştı.
"Destiny."
Destiny'e seslendiğimde gülümseyerek bana dönmüş ve el sallamıştı. Sehun'u hımbıllığı ile baş başa bırakarak Destiny'nin yanına ilerledim. Yanına gittiğimde hafifçe yanağını öpüp, "Nasılsın?" diye sordum.
"İyiyim, sen Kook?"
"Ben de iyiyim," dediğim sırada Sehun yanımıza ulaşmış ve, "Naber Renkli?" demişti. Bu sırada da esniyordu.
"Seni görene kadar iyiydim."
"Hah, sanki ben seni görünce çok mutlu oldum."
İkisi yine laf atışmasına başlayınca araya girme ihtiyacı hissettim.
"Kahve içmeye ne dersiniz?"
"Olur."
"Fark etmez."
İkisi de beni onayladığında rahat bir nefes aldım. İyi anlaşacakları zamanı iple çekiyordum resmen.
----------
Eve geldiğimde yorgunlukla kendimi koltuğa attım. Gerçekten çok yorulmuştum çünkü bir yerden sonra çocuk gibi birbirimizi kovalamıştık. Ama eğlendiğimi inkar edemezdim, fazlasıyla eğlenmiştim.
Odama çıkıp üzerimi değiştirmek bile gelmiyordu içimden. Cebimdeki telefon titremeye başladığında kapattığım gözlerimi açmadan pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aquamarine
FanfictionJeon Jungkook, heterokromi iridium hastalığına sahip evcil köpeğinin her gün ona getirdiği tokaların sahibine kalbini kaptıracağını nereden bilebilirdi ki? • heterokromi iridium: Bir canlıda iki farklı renkte gözün bulunması.