Başımda çalan alarmı kapatmak için elimi yatağımın kenarındaki komodine uzattım. Pazar günü erken kalkmak pek hoşuma giden bir şey değildi. Telefonu alarak gözümün birini açıp alarmı kapatmaya yeltendim ama alarmı kapatacağımı bildiğim için gece yatmadan önce alarmın kenarına ufak bir not iliştirmiştim.
Oflayarak üzerimdeki yorganı iteledim ayaklarımla. Vücudumu yatakta dikleştirip kollarımı sağa ve sola açarak gerinirken esnedim. Akşama Destiny'nin tiyatrosuna gidecektik Sehun'la beraber, o yüzden erkenden kalkıp yarın sunmam gereken sunumumu hazırlamam gerekiyordu.
Yataktan kalkıp lavaboya doğru yürümeye başladım. İşimi hallettikten sonra birbirine girmiş saçlarıma bakıp derin bir iç çektim. İyice uzadıkları için şekil vermede gerçekten zorlanıyordum. Derin bir nefes alarak saçlarımı tarayıp ardından ıslattığım ellerimle saçlarımı düzelttim. Bir ara gerçekten kısalttırmalıydım.
Tekrar odama geri dönerek dolabımın kapaklarını açıp giyeceğim kıyafetlere karar kıldım, Sehun'la beraber yapacaktım sunum ödevimi bu yüzden rahat bir şeyler giymeyi tercih etmiştim.
Üzerimi giyindikten sonra siyah bir şapka taktım başıma ve odamdan çıkarak mutfağa indim. Boş midemi bir şeyler ile doldurmalıydım. En kolay şeyin mısır gevreği olduğu kanısına vardıktan hemen sonra büyükçe bir kase çıkarmıştım kendime. İçine mısır gevreğini koyarak biraz da süt ekledim kaseye. Ardından çekmecemden bir kaşık alarak salona geçtim. Mutfakta yemek sıkıcı olurdu.
Salona girdiğimde evdeki koşturma sesiyle Aquamarine'in de uyandığını anlayarak koltuğa kuruldum ve kumanda yardımıyla televizyonu açıp kanalları gezmeye başladım.
Destiny hayatıma girdikten sonra daha pozitif bir ruh hali ile geziniyordum ortalıklarda.
Aquamarine koltuğa zıplayarak yanıma oturdu. "Ne oldu Aquamarine?" diye sorduğumda havlamıştı iki kez. Alışkanlık olmuştu sanırım Aquamarine'inde iki kez havlamak.
"Yapacak bir şey yok kızım, bugün Bayan Park'ta kalmak zorundasın. Sehun'la ödev yapacağım."
Aquamarine tekrar havlamaya başladığı sırada telefonum çalmaya başladı. Elimdeki mısır gevreği kasesini koltukların önündeki sehpanın üzerine bıraktım ve telefonumu elime alarak kimin aradığına baktım.
"Efendim hayatım?" diyerek açmıştım telefonu.
"Geliyorsun, değil mi?"
Başımı onaylar biçimde sallayıp, "Geliyorum Destiny," dedim.
"Çok heyecanlıyım Kook."
Sesinden bile anlayabiliyordum heyecanını. İlk kez tiyatro yapmayacaktı elbette ama insan sevdiği bir işi yaparken ilk defa olduğundaki gibi heyecanlanıyordu. Üniversiteyi ilk kazandığımı duyduğumda o kadar çok sevinmiştim ki sevincimden yerimde duramamış ve etrafta beş yaşındaki çocuklar gibi koşturmuştum. Sehun da benden farksız olmadığı için uzunca bir süre koşturmuştuk etrafta. O günler gözümün önünden kısa bir film şeridi gibi geçtiğinde hafifçe gülümsedim. Hayatımı değerli kılan insanlara sahip olmak gerçekten güzel bir duyguydu.
"Sakin ol, bu kadar heyecan yaparsan sana zorla ezberlettiğim kısımları da unutursun."
"Ah, bu çok zor," diye sızlanmaya başlamıştı Destiny.
"Yanına gelmemi ister misin?"
"Hiç fena olmaz Kookie."
"On dakikaya ordayım," diyerek telefonu kapattım. Sehunlara gitmeden önce yarım saat kadar Destiny'e uğrasam bir sorun olmazdı sanırım. Masanın üzerindeki kaseyi kucağıma çekerek hızlıca yemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aquamarine
FanfictionJeon Jungkook, heterokromi iridium hastalığına sahip evcil köpeğinin her gün ona getirdiği tokaların sahibine kalbini kaptıracağını nereden bilebilirdi ki? • heterokromi iridium: Bir canlıda iki farklı renkte gözün bulunması.